Menü |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Made in Galatasaray
Arda Turan
Ali Sami Yen'de objektifler ilk kez onu yakaladığında Hagi'nin attığı gole yumruk kaldıran çocuktu. Manisaspor'dayken Galatasaray'a karşı yaptığı asistte gole sevinemeyen adam oldu. Aradan geçen iki yılda gönüllerdeki tahtta her gün biraz daha yükseliyor. "Senden daha fazla Galatasaraylı'yım diyenle uzun uzun konuşmamız gerekir" diyen Arda Turan'a biz kısaca Galatasaraylı diyoruz, siz isterseniz profesyonel deyin...
(Röportaj: Tarık ÜNLÜTÜRK | Galatasaray Dergisi, Aralık 2008, Sayı: 74)
Geçen seneki şampiyonluktan başlayalım. Önce 28 hafta, ardından heyecan dolu bir altı hafta…
Geçtiğimiz sezon dikkatler son altı haftaya çekildi ama "Hoca gitti diye o şampiyonluk geldi" demek çok doğru olmaz. Feldkamp ve Ahmet Akcan geçtiğimiz sezon oynanan 34 haftanın, 28 haftası başımızdaydı. Onların da çok büyük payları var. Biz ikinci yarının başında şampiyon olacağımıza inanmıştık. Kısıtlı bir kadromuz vardı ve bunun da farkındaydık. Elimizde tüm mevkilerde alternatif yoktu. O yüzden rotasyona gitme gibi bir şansımız olmuyordu. Hiçbirimizin dinlenme şansı olmadı. Kötü oynadığımız maçlar oluyordu. Moral-motivasyon olarak çöküyorsunuz fakat bir sonraki maç sahada olmak zorundasınız. Biz bu şartlar altında kazandık o şampiyonluğu.
Şampiyonluk yolunda dönülen keskin virajı hangi maç tam anlamıyla karşılar?
Ankara’da kaybettiğimiz bir maçtı yanılmıyorsam sezon içinde. Futbolcular olarak, otobüsün arkasında toplandık. Hakan Abi, Okan Abi, Ümit Abi, Ayhan Abi, Hasan Abi… Hep beraber oturup konuştuk. Herkes birbirine açık açık sordu. Herkes birbirinin yüzüne aklında ne varsa söyledi. Sen şunu yapmalısın… Bana sordular, “Sen gece dışarı çıkıyor musun?” Yani herkes aklında ne varsa söyledi. Sonra baktık ki aslında hiçbirimiz hata yapmıyoruz. Sadece tam anlamıyla konsantre olmadığımızı anladık. Her şeyi bir kenara bıraktık o gün. Basın devamlı eleştiriyor. Başka kulüplere karşı medya gücümüz olmadığının farkında vardık.
Var mı gerçekten böyle bir şey. Medyada Galatasaray daha mı etkisiz?
Bence var. Galatasaray medyada daha zayıf. Haksız yere daha çok eleştirilen bir kulüp.
Sezon içinde Ankara’da oynanan bir diğer maçta Gençlerbirliği’ni mağlup ettiniz. Bu maç da sezonun kader anlarındandı…
Gençlerbirliği maçı hala aklımdadır. Çamurlu bir maçtı, beyaz formalarla mücadele etmiştik. Maç sonunda soyunma odasında çamurdan birbirimizin yüzünü görmemiştik. Aslında bu maça kader anı diyemeyiz. Herhangi bir maçı ayırmamız doğru olmaz. Çünkü tüm sezon söz konusu. Sivas’ta kaybetsek ne olacaktı. Hangisini söyleyebiliriz ki? Biz yine başka bir Ankara deplasmanındayız, Ankaragücü’ne karşı. Takımda 10 kişi vardı A takımdan ve maç toplantısı yapacağız. Toplantı yapılacağı zaman toplantı odasına gidilir. Biz o gün o kadar azdık ki yemek masasında toplantımızı yaptık. O günleri geçirip, şampiyonluğu yaşamak bizim için çok önemliydi.
Peki son altı haftaya dönelim. Ne değişti son altı hafta?
Bir şey değişmedi. Orada şöyle bir şey vardı. Önünde altı maç var ve o altı maçı kazanırsan şampiyon oluyorsun. Ülkelerinin A milli takımlarına hizmet eden futbolcuların çok fazla olduğu bir takımdık. Fakat aynı zamanda kazanmaya aç bir futbolcu topluluğu da vardı. Bir de bizim sezon içine başımıza çok şey geldi. Acı çektirilmiş bir takım olduk bir nevi. Bu da tabii bizi pozitif yönde motive etti. Bir şeyleri kanıtlama arzusunu da buna ekleyelim. Ve biz bu kenetlenmeyle şampiyonluğa ulaştık.
Feldkamp çok disiplinliydi. Senin de rahat bir görüntün var. Senin Feldkamp ile aran nasıldı?
Hoca ile çok iyi bir diyaloğum vardı. Hatta bana tolerans bile gösterdiğini söyleyebilirim. Her hocanın farklı bir tarzı var ve bizim de seçme şansımız yok.
Şampiyonluk sonrası sen tam anlamıyla tadını çıkaramadın. Milli Takım kampında aldın soluğu…
Hayatımın en güzel şampiyonluğunu yaşadım. Belki de öyle bir şampiyonluk yaşayamayacağım bir daha. Şampiyon olduğumuzun ertesi akşamı Milli Takım kampındaydık. Yeni bir mücadele içine girdik. Ama şampiyonluğun CD’sini çok kötü zamanlarda izlerim. Ben Galatasaraylı futbolcu değilim sadece, Galatasaray taraftarıyım aynı zamanda. O şampiyonluğu yaşamaktan, o şampiyonluğa taraftar olmaktan büyük keyif aldım.
Yorucu bir sezon sonunda Milli Takım kampı geldi. Futbolculuğun zor yanı mıdır uzun kamplar?
Açıkçası o günleri çok özlüyorum. Beni hiç yormamış. Çok güzeldi Milli Takım’ın atmosferi. Tarihin en büyük Avrupa Şampiyonası başarısını gösterdik.
Şampiyona devam ederken takım çok eleştirildi.
Ben 1996 Avrupa Şampiyonası’nı hatırlıyorum, inanılmaz oynamıştık. İlk maçtaki şanssızlık tüm turnuvaya sirayet etmişti. Ama son Avrupa Şampiyonası’nda tecrübeli, turnuva oynamasını bilen bir takım vardı sahada. Pozisyonuna sadık kalan bir takım vardı sahada. İsviçre maçının ikinci devresi… Şunu söylemek istiyorum. Fatih Hoca inanılmaz taktiksel anlamda işler yaptı. İyi ya da kötü, hocanın yaptıklarını yorumlamak bana düşmez. Ama o gün, Fatih Terim ne kadar büyük bir hocaymış diye içimden geçirdim. Yağmurlu havada üstümüze gelen bir İsviçre takımı var ve biz birden tek ön liberoya döndük. Üstüne karşı gelen bir takıma karşı çift ön liberoyla oynayan takım, bir anda tek ön liberoya düştü. Takım iki forvete dönünce baskıyı kuran takım biz olduk bir anda.
Şampiyona senin beklentilerin karşıladı mı?
Kişisel beklentilerimi karşıladı. Ama takım olarak beklentilerimizi karşılamadı. Kimse buna inanmıyordu ama biz hedefi şampiyonluk olarak koymuştuk. Başkalarının ne söylediği önemli değil, önemli olan bizim düşündüğümüzdü.
Dünya Kupası elemeleri yaklaşıyor, Mart sonu ve Nisan başında İspanya’ya karşı oynanacak iki maç var…
Herkes şunu söylüyor. İspanya güçlü takım, bizi yener. Futbolda bu yok. Futbol sahada oynanan 90 dakika içinde belli olur. O günkü şartları kimse şimdiden bilemez. Ama ben İspanya maçlarından çok umutluyum. Karşımızdaki takım bir kere kapalı kutu değil. Neler yapabildiğini biliyoruz. Ve oynayan bir takım. Biz de öyle bir takımız. Zevkli bir mücadele olacak.
Senin tercihin nedir Arda Turan, kapalı takımlara karşı oynamak mı, yoksa açık oynayan takımlar mı?
Kapalı oynayan takımlara karşı oynamayı hiç sevmem. Her zaman karşımızdaki rakibin de oyun oynamaya çalışmasını istedim. Maç heyecanlı olmalı. Örnek Benfica maçı. Biz oraya gittik ama kapanmadık. Onlar da oynamayı seven bir takım. Ve çok güzel ve heyecanlı bir maç çıktı ortaya.
Peki senin jenerasyonuna gelelim. Galatasaray’ın meşhur 1987 jenerasyonundansın. Uzun yıllar sonra PAF Ligi şampiyonluğunu kazanan takım. O takımdan herkes çok daha fazla oyuncunun Galatasaray A takımına, hatta A Milli Takım’a çıkmasını bekliyordu. Sen neden buradasın, diğerleri neden burada değil?
Benim jenerasyonumda 40 maç yenilmeyen bir Genç Milli Takım vardı. O maçların hepsinde oynamıştım hatırladığım kadarıyla. Bu konuda aslında ben çok üzgünüm. Neden o zamanki takım arkadaşlarım şimdi A Milli Takım’da yoklar! Şunu da sormak gerekir. Bu çocuklar mı suçlu, hepsinde mi hata var? Ben o dönemki Genç Milli Takımımızdan şu anda oynayan Beşiktaş’tan Serdar Özkan’ı görüyorum. Oyuncuların burada suçu var mı bilmiyorum ama varsa da yüzde 20’yi geçmez. Geri kalanı onları oynatmayanlarda. Bu çocuklara gereken şans verilmiyor. Skor uğruna, günü kurtarma uğruna çok büyük yetenekler harcanıyor. Bunu da herkesle tartışmaya hazırım.
Mlada Boleslav maçı ise senin göz önüne geldiğin maçtı. Futbolda böyle bir çıkış yakalamak şart mı?
Aslında Mlada Boleslav maçında ortaya çıkmadım. Bir sezon önce Vestel Manisaspor’la 15 maça çıktım ve bütün maçlarda da üst düzey top oynadım. Vestel Manisaspor maçlarını televizyondan -canlı ya da bant- kimse izleyemedi. Ben bütün maçlarda Galatasaray’da oynar gibi oynadım. Manisa’da Fenerbahçe’ye karşı üç asist yaptım. Mlada Boleslav, maçı ise benim Galatasaray taraftarının önüne çıktığım ve fark edildiğim maçtı. O maç Galatasaray taraftarının beni kabul ettiği maç oldu. Ben, kendimi kabul ettiğim maçları ise Vestel Manisa’da oynamıştım zaten.
Arda Turan’daki genç futbolcu imajı artık kayboldu. Bu biraz da senin özgüveninden kaynaklanıyor sanırım. Sahada tecrübeli bir isim gibisin daha çok…
Belki dediğiniz gibi biraz kendime fazla güveniyorum. Ama bu saha içerisinde abilerime karşı saygısızlık ya da ukalalık şekline dönüşmez. Hakkını korumak saygısızlık değildir. Ben Galatasaray’da oynuyorum, demek ki iyi futbolcuyum. Sahada takım için varız. Bazen ben bir şey diyorsam, bunu kendim için değil, takım için diyorumdur. Sahanın içinde bu açıdan herkesin eşit olduğunu düşünüyorum.
Galatasaray Dergisi’ne 2006 yılında verdiğin röportajda şut atmakta ve orta yapmakta eksiklerin bulunduğunu söylemiştin. Kendi açından şu anda durumun nasıl?
Ben topu ortalamam. Kanattayım veya değilim, topu atacağım adama atarım. Yani benim için o bir pastır. Şut için ise ben mutlaka iyi pozisyonu beklerim. Çok garanti görmezsem, vurmuyorum. Gerektiği yerde vuruyorum. Vurduğum zaman da gol oluyor.
Türkiye’de senin gibi çıkış yakalayan futbolcular belirli bir zaman sonra eleştirilerin hedefi de oluyorlar. Sana gelen belli başlı eleştiriden biri şımardığın. Ne düşünüyorsun?
21 yaşındaki bir futbolcu kahkaha atıyorsa şımarıktır. Hakeme haklı konuda itiraz ediyorsa şımarıktır. Sahada içinde takım arkadaşına bir şey söylüyorsa, uyarıyorsa şımarıktır. Benden belki de yediği her tekmeden sonra sinen, sessiz bir futbolcu olmamı bekliyorlar. Ama ben öyle değilim. İnsanlar bana bu ülkede yapmadığım şeyleri söylüyorlar. Gece çıkmadığım halde çıkıyor diyorlar. Alkol kullanmam, kullanıyor diyorlar. İnsanlar televizyonda bana hakaret dahi ettiler. Beni savunan olmadı. Hani ben Türk futbolunun geleceğiydim, genç yetenektim.
Gerçekten gece hayatın var mı?
Özel hayatımda kız arkadaşımı alıp gezdirebilmeliyim. Ben gece kulübüne gidersem, her şeyi göze alıp gidiyorumdur. Zaten gece dışarı çıkıyorsam, Haldun Abi, Murat Abi, Adnan Abi bundan haberdardır. İzin günümde neden çıkmayayım? Saat 23’te benim fotoğrafım çekiliyor. Sonra deseler ki yapacakları haberde, “Arda 23’te kız arkadaşı ile yemekten çıktı”, zaten bir problem olmaz. Öyle demiyor ki, “Sabaha kadar kızlarla eğlendi” yazıyor fotoğrafın altına.
Çıkan haberlerden etkileniyor musun?
Yok, beni etkilemiyor. Ama insanlar etkileniyor. Bu yüzden insanlardan almamam gereken tepkileri alıyorum. Zemin bozuk, top zeminde sekip, dışarı çıkıyor. Adam yandan “Geceleri gezersen, böyle olur” diyor. Yok öyle bir şey, orada çim kalkmış, top o yüzden dışarı çıkıyor.
Maçtan bir gün sonra gazete okur musun?
Kazanmışsak ve iyi oynamışsam moral olsun diye okurum. Ama kötü yazdıklarını tahmin ediyorsam elime bile almam. Her futbolcu okur ama söylemez.
Tekrar saha içine dönelim. Sen yıldız oyuncu vasfındasın, fakat topsuz oyunda ortaya koyduğun mücadele üst seviyede...
Sahadaki mücadelemin çok fazla farkına varılmadığını düşünüyorum. Dünyanın en zor şeyidir… Topu ayağınıza alıyorsunuz, onu tutmak rakibi geçmek için verdiğiniz çaba, ardından da geriye dönerek rakibi takip etmek. Futbolcu topsuz koşuda yorulur… Ben defalarca o mesafeleri topla kat ediyorum. Daha sonra savunmaya da yardım etmeye çalışıyorum. Gelemediğim zamanlarda Galatasaray takımı altı kişiyle de dört kişiyle de savunma yapmalı. Galatasaray takımı büyük takımdır. Büyük takımlar da risk alabilmelidir. Barcelona takımına bakıyorsunuz savunmada iki kişi kalıyor. “Arda, Kewell, Lincoln neden geriye dönmediler”… Ben buna pek katılmıyorum. Zaten o an dönecek gücümüz kalsa, döneriz. Ama ileride de bir mücadele veriliyor. Ben sahada oyunun hücum yönünde kendimi yeterli görmüyorsam, bunu hissetiysem o gün mücadeleye yönelirim. Hücum yönünü başka arkadaşlara bırakırım. Takım oyuncusu böyle yapmalı. Bu iş bir paylaşım işidir.
Kewell ve sen, ikiniz de sol kanatta oynamayı seviyorsunuz. Şu anki çözüm maç içinde sık sık kanadı değişmeniz gibi gözüküyor…
Bence ben solda oynasam çok daha iyi olur. Ama hocanın düşüncesi bu şekilde. Biz de elimizden geleni yapıyoruz. Devamlı sağda oynayacak olsam, orada da oynarım. Çünkü o bölgeye göre strateji geliştiririm. Ama sol tarafta etkili olduğum ortada. Karşımdaki rakibi geçebileceğim 7-8 seçeneğim oluşmuş durumda. Sol taraftan oyunu daha iyi okuyabildiğimi düşünüyorum. Kewell ise sol ayaklı bir futbolcu. O da sol kanatta çok etkili. Fakat maç içinde kanat değiştirmemiz rakibi de şaşırtıyor.
Futbola taktiksel bakışın nasıl, 4-4-2 ya da 3-5-2 rakamlar önemli midir?
Rakamlar bence önemli değil. Önemli olan belirlenen stratejinin uygulanmasıdır. Bir takım ya basmalı ya da kabullenmeli. Bunun arası olursa oyun çok geniş alana yayılıyor. İki uç arasında 60-70 metrelik alanlar oluşuyor. Bu şekilde darmadağın olursunuz. Kabullenmek de bir stratejidir.
Kadıköy’de oynanan son Fenerbahçe maçına gelelim. Kadıköy öncesi takım üzerinde aşırı bir baskı mı oluşuyor?
Öyle bir şey olduğuna inanmıyorum. Fenerbahçe’nin Kadıköy’de çok kolay yenileceğini düşünüyorum. Ama şöyle bir şey var. Bizim üzerimizde Kadıköy’e gidiyoruz, kaybedeceğiz diye bir korku ya da stres yok. Ama bizim dışımızda öyle bir hava oluşturuluyor. Sendromu yaşayanlar başkaları. Bir diğer anlam veremediğim nokta, maç sonunda olanlar ve o olanların yorumları. İnanılmaz centilmenlik içinde geçen bir maçtı yorumları... Tüm stat bize her türlü küfürü koro halinde ediyor. Ali Sami Yen cennet gibi bu olanların yanında. Her takım Ali Sami Yen’de rahatlıkla oynuyor. Herhangi bir baskı yok. Zaten böyle olmalı. Bundan dolayı medya gücü diyorum. Bize yapılanlardan, atılan yabancı cisimlerden, edilen küfürlerden kesinlikle maç sonunda bahsedilmiyor. Ben maç sonunda tribünlere ellerimi kaldırmışım. Bu görüntü gösterilip eleştiriliyorum. Ama aynı görüntü içinde bana bozuk para yağıyor. Kimse demiyor, o para bu çocuğun gözüne gelse kör olur diye. Biz orada Josico’nun ayağının krampını gidermeye çalışıyoruz. Roberto Carlos’un oyundan çıkarken elini sıkıyoruz. Ama biz tam tersi maç içinde kasti tekme yiyoruz. Tepki verince kötü adam biz oluyoruz. Bunlar göz ününe getirilmiyor. Kaybettiğimiz zaman da adam gibi kaybediyoruz.
Türkiye’de Galatasaray’dan başka bir takım…
Benim açıkçası ne kadar Galatasaraylı olduğum belli. Fakat büyük konuşmuyorum Ama Galatasaray’dan başka Türk takımı; Allah bana o günleri göstermesin diyorum.
Aslantepe’de forma giyecek misin, yoksa seni birkaç yıl içinde Avrupa’da mı izleyeceğiz?
Tabii ki Aslantepe’de forma giymek isterim. Ama benim Avrupa’da oynama isteğim de var. Galatasaray’da çok güzel bir şampiyonluk yaşadım. Bu sezon UEFA Kupası’nda final hedefliyoruz. Eğer o başarıyı yakalarsak, o zaman Avrupa’ya kesin gitmeyi düşünebilirim. Tabii bir de şu var. Gelen teklifte tabii ki kararı da kulübüm verecek. Kulüp “tamam Arda gidebilirsin” derse, ben o zaman anlaşırım.
Galatasaraylılık üzerine son olarak ne söylemek istersin?
Birisinin bana, senden daha iyi Galatasaraylıyım demesi zor. Eğer diyecekse o kişiyle uzun uzun oturup konuşmamız lazım. Ben iddia ediyorum, ben çok iyi Galatasaraylıyım. Galatasaray kaybettiğinde tribündeki Galatasaraylı kadar, belki de daha fazla üzülürüm.
Sahada en çok ne kızdırır seni?
Ben tempolu oyunu severim. Baskıyı yaptığımız zaman işten iki kat keyif alırım. Taraftar da bu coşkuya katılıyor. Takım basmıyorsa bu beni rahatsız ediyor. Geçen seneki şampiyonluğun anahtarlarından biridir önde basmak. Ama sahada her zaman futbol oynanmaya çalışılmalı. Ben futbol oynamayı seviyorum. Maç günü; “of bugün de maç var” demiyorum. Benim hayattaki en büyük keyfim futbol oynamak. Ben lig maçına çıkmasam, futbol oynamasam, gidip sokakta top oynarım.
Takımın kazanması için her şeyi yapar mısın?
Hayır, her şeyi yapmam. Yani oyun kuralları içinde her şeyi yaparım. Fair play ruhum vardır. Ama galibiyet için deli gibi mücadele ederim. Futbolun bir keyif olduğunu düşünüyorum. Zararlı unsurlar bu spordan uzak durmalı.
Oynadığın veya izlediğin; futbolculuk yaşantından hangi meslektaşların seni etkiledi?
Arif Erdem, Hakan Şükür, Bülent Korkmaz, hepsinden çok etkilendim. UEFA Kupası kadrosu benim hayalimdi. Oradaki her futbolcu benim için örnek teşkil etti. Türk futboluna hiç yaşatılmayan bir şey yaşattılar. Hepsi benim için özel adamlar. Benden bir istekleri olsa da yapsam diye heveslenirim. Çünkü onlar benim kahramanlarım.
Onlar sahadayken, sen top toplayıcıydın. Biz hayalleri gerçekleşen birisi ile konuşuyoruz…
Ben top toplamak için her maça gitmek isterdim. Zaten benim fotoğraflarım var. Hagi gol atıyor, arkada sevinen bir çocuk var. İşte o benim. Ben bir Galatasaraylıyım.
Orhan Ak peki...
Orhan Abi, benim için çok özel bir insan. Hayatta her konuda danışacağım bir insan. Sevdiklerimi, malımı, her şeyim emanet edebileceğim bir insandır. Maçlardan sonra mutlaka bana telkinleri olur. Benim iyiliğimi istediğini her zaman hissettirmiştir.
Sempatik ve Acımasız!
MILAN BAROS
Futbola dün başlamış gibi heyecanlı, Galatasaray’ın adı her geçtiğinde gözlerinin içinde kupalar parıldayan bir genç adam... “Futbol starı” olduğunun bilincinde ama konu kendisine geldiği zaman söze hep “bizim takım” diye başlayacak kadar mütevazı... Kapristen uzak, güleryüzlü ve cana yakın. Ama an gelip de o ilk düdük çaldığında, karşısındaki kalecileri asla affetmeyen keskin nişancıya dönüşüyor, rakip takımların kabusu oluyor Milan Baros!..
(Röportaj: Memetcan DEMİRAY | Galatasaray Dergisi, Kasım 2008, Sayı: 73)
Yıllardır spor medyamızın en sevdiği isimlerden biriydi. Tek bir transfer sezonu geçmedi ki adı Türk kulüpleriyle anılmasın... Neredeyse Eto’o çapında bir hayaldi onu ülkemizde görmek. Bu yüzden de Galatasaray’a transferi, en fanatik rakip taraftara bile şapka çıkarttı. Takvimler 26 Ağustos 2008’i gösterdiğinde, Avrupa’nın en büyük golcülerinden Milan Baros, Galatasaray’daydı...
Üstelik Liverpool’da Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu yaşadığı takım arkadaşı Harry Kewell ile yolları yeniden kesişiyor, durdurulamaz ikili artık sarı kırmızı formayı giyiyordu. Avrupa futbolu için dahi sansasyonel bir birliktelikti bu. Nitekim resmi sitemiz galatasaray.org, transfer günü 594 bin kez ziyaret edilerek rekor kırıyordu.
Sonrası malum, gollerini sıralamakta gecikmedi Milan Baros... Bitiriciliğinin yanı sıra mücadele gücüyle kısa sürede Galatasaray taraftarının sevgilisi oldu.
3-0 kazandığımız Trabzonspor maçının hemen ertesinde buluştuk Milan Baros’la... Fransa’dayken radara saatte 271 kilometre hızla yakalanan, dergilere verdiği pozlarla kadınları kendine hayran bırakan, Euro 2004’te Altın Ayakkabı kazanan üst düzey bir golcünün tek bir kaprisi olmaz mı? Olmadı! Güleryüzüyle karşıladı bizleri ve tek tek tüm soruları yanıtladı.
Tribünler Milan Baros diye bağırdığında neler hissediyorsun?
Müthiş bir duygu çünkü futbolu aynı zamanda taraftar için oynarsınız. Özellikle Ali Sami Yen’deki taraftar harika. Ama önemli olan maçtan sonra tezahüratı duymak. Çünkü kazanmanız ve onları mutlu etmeniz önemli. Dün mesela, ligin lideri Trabzonspor’la oynadık ve kazandık. Yakında lider biz olacağız.
Avrupa’da da futbolseverler sana hayran. Ama burada sevgi anlamında biraz daha fazlasını hissettin mi?
Liverpool’dayken de özel şeyler hissediyordum çünkü oradaki taraftar da mükemmel. O yüzden statlardaki atmosferi ve taraftarın takımına desteğini kıyaslamamak lazım. Verdikleri büyük destek sayesinde evinizde oynamak hep büyük avantajdır. 12’nci oyuncu gibidirler. Kendi adıma, onları mutlu etmek bana keyif veriyor. Buraya gelirken ilk başlarda neler yaşayacağımı bilmediğim için biraz korktuğum oldu. Ama şu ana kadar her şey çok iyi gitti. Böyle de devam edeceğini umuyorum çünkü kendimi burada gerçekten iyi hissediyorum. Takımın bir parçası haline gelip uzun süre Galatasaray’da kalmak istiyorum.
Golcü olmak nasıl bir duygu?
Sahada herkesin farklı bir görevi var tabii. Gol atınca insanları mutlu ediyorsunuz ve bu çok güzel.
Hiç farklı bir pozisyonda oynadın mı?
Hayır. Sadece birkaç kez sağ açık oynamıştım ama o benim pozisyonum değil. Tabii ki antrenör “Orada oyna” derse saygı duymak zorundasın çünkü bu bir takım oyunu. Tenisi kendin için oynarsın. Futbolu takım için, kulüp ve taraftar için...
Buradaki ilk bir buçuk ayın nasıl geçti?
Gayet iyiydi. Kız arkadaşımla bir eve taşındık ve tamamen futbola odaklandım. Önemli maçlar geliyor ve çarşamba – cumartesi temposuna giriyoruz, bu yüzden kendini iyi hissetmek önemli. Ben de gayet iyi hissediyorum. İstanbul güzel bir şehir. Güzel restoranlar ve kafeler var. Kız arkadaşım da gayet mutlu.
Tek forvet oynamak mı çift forvet mi daha iyi senin için?
Karşı takıma da bağlı bu. Bazen tek forvetle kontratak oynamanız gerekir. Baskı için çift forvete çıkabilirsiniz. Dün mesela tek forvet oynadık. Ama Arda, Lincoln, Kewell, Ayhan, hatta Meira bile ofansa çok destek oldular. Böyle destek geldiğinde tek forvet olmak önemli değil. Ama Ümit ve Shabani’yle birlikte oynamak, bir forvet açısından daha kolay. Üç savunmacıya karşı iki kişi oluyorsunuz. Tek kişiyseniz size odaklanabiliyorlar. Ama iki forvet daha çok sorun oluyor onlar için.
UEFA Kupası hedefi için neler düşünüyorsun?
İlk hedef gruptan çıkmak. Tabii ki gidebildiğimiz kadar gitmek istiyoruz. Fenerbahçe Stadı’nda final oynamak muhteşem olur. Ama adım adım bakmalıyız. Önce grup aşaması var. Şampiyonlar Ligi’nden elenenler de gelecek ve çok daha zor bir kupa olacak UEFA... Zaten şimdi de AC Milan, Schalke, Sevilla, Hamburg gibi güçlü takımlar var. Adım adım gidip nereye vardığımızı hep beraber göreceğiz.
Galatasaray’ın bu seneki kadrosu Şampiyonlar Ligi için kurulmuştu ama o hedeften erken koptuk. “Rüya takım”ın Kupa 2’de oynamasına ne diyeceksin?
Bazen olabilir böyle şeyler. Ayrıca Türkiye şampiyonunun Şampiyonlar Ligi’ne doğrudan alınmaması da üzücü. Şampiyon olmanıza rağmen ön eleme oynuyorsunuz. Futbol bu tabii, ne olacağı belli olmuyor. Ortalama bir takıma elendik. Ama futbolda kolay maç yoktur. Burada iki gol attılar. Deplasmanda bunu telafi etmek kolay olmuyor. Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’nde olmalıydı ve bu hedefi gerçekleştiremediğimiz için mahcup olduk. Şimdi UEFA Kupası’ndayız, yeni hedeflerimiz, iyi bir takımımız ve alınacak kupalarımız var.
Steaua Bükreş maçlarında takım henüz yeniydi. Birbirinize alıştıkça daha iyiye gittiğinizi gözlemliyor musun?
Evet. Kewell, Meira, ben, hepimiz yeniydik. Alışmak zaman alıyor. Dün mesela, takım gibi oynadık. Toplu halde savunmadan hücuma, hücumdan savunmaya geçişlerimiz giderek daha iyi oluyor. Sakat olan Ümit, Shabani ve Linderoth’un dönüşüyle daha da güçlü olacağız. Yoğun maç temposunda 18 iyi oyuncudan oluşan bol alternatifli bir kadroya ihtiyacımız var. Cumartesi – çarşamba maç trafiğini 11 kişiyle kaldıramazsınız.
Forvette dört alternatife sahip olmamız da avantaj o halde...
Tabii ki... Sadece maç temposunda zengin bir kadroya sahip olmanın avantajı değil bu. Aynı zamanda takım içindeki rekabet arttığı için daha çok çalışmanız gerekiyor. Eğer kadrodaki tek forvetseniz, oynayacağınızdan emin olunca belki rahatlarsınız. Ama kadroda dört forvet varsa formayı hak ettiğinizi göstermek zorundasınız. Bu yüzden dört forvete sahip olmamız çok iyi. Yorgunluk, sakatlık gibi durumlarda taze güce ihtiyaç var.
Türkiye Ligi’nde bir sezonda en çok golü atan Hakan Şükür. Geldiğin günden beri edindiğimiz izlenim, bu rekoru kıracağın yönünde. Ne dersin?
Hakan Şükür’le kıyaslanmak istemem çünkü o çok büyük bir oyuncu. Türk futbolunda bir efsane. Ben başka biriyim, Milan Baros’um. İnanılmaz bir rekoru var. Benim hedefim o rekoru kırmak değil. Hedefim takım için iyi oynamak ve Galatasaray’la kupalar kazanmak. Gol atarsam da güzel olur, her forvet gol atmak ister. Kewell, Nonda, Ümit, Lincoln de gol kralı olabilir. Lig sonunda önemli olan bu değil, kupa almak.
Türkiye’de rakip savunmaları nasıl buldun?
Liverpool’dayken Galatasaray’a karşı oynamıştım ama buraya gelmeden önce Türk futbolunu tanımıyordum. Bursaspor, Trabzonspor, hatta Konyaspor gibi iyi takımlar olduğunu gördüm. Sert ve güçlü takımlar. Süper Lig’in kalitesi yüksek. Daha Beşiktaş ve Fenerbahçe ile oynayacağız.
Birçok oyuncumuz darbeye bağlı sakatlık yaşadı. Senin buradaki sertliklerle aran nasıl?
Bu futbol. Futbol da agresif bir spor. Top kapmak için sert müdahaleler normal. Ama sakatlama amaçlı darbeler ‘fair play’ ruhuna aykırı. Bazen oyun içinde rakibe sinirlenebilirsiniz ama yine de futbol ‘fair play’ içinde kalmalı. Sakatlama amacı olmayan sert müdahalelerle sorunum yok.
Euro 2004’te Altın Ayakkabı kazanmak nasıldı?
Güzeldi. Ama şampiyonluk kupasını tercih ederdim! Yarı finalde Yunanistan’a kaybettik. Zaten sonra şampiyon oldular.
Yunanistan’ın o başarısı için “defansif futbolun zaferi” diyebilir miyiz?
İyi oynadılar. İyi savunma yaptılar. Hep tek golle, duran toplarla şampiyon oldular. Buna güzel futbol diyemeyiz. Kaliteli bir takımdılar ama şansları da yanlarındaydı. Mesela yarı finalde birçok fırsat bulduk Yunanistan’a karşı. Direkten dönen toplar oldu. Sonunda golü onlar attı. Futbol bu. Başarılarının tamamı şans değil tabii, iyi savunma yaptılar. Yüzde yüz hak ettiler diyemeyiz. Ama şampiyon oldular ve tarihte yazan da iyi futbol değil şampiyonluk.
Çek Cumhuriyeti her turnuvada favori gösterilir ama bir türlü şampiyon olamaz. Neden sence?
Dünya Kupası’nda Fransa, İngiltere, Almanya gibi geniş bir kadroya sahip değildik. 15-16 kadar iyi oyuncumuz vardı ve biri sakatlansa sorun oluyordu. Euro 2008’de de iyiydik ama Euro 2004’teki kadroyla kıyaslarsak bir Nedved, Poborski yoktu. Rosicky sakattı. Takım değişti yani. Biraz da şanssızdık. Biliyorsun 2-0 öndeyken Türkiye’ye 3-2 yenildik. Şansa da ihtiyaç var. 2010 Dünya Kupası’nda daha iyi olacağımızı düşünüyorum.
Banik Ostrava’dan Liverpool’a transfer olduğunda yüklü bir bonservis bedeli ödendi senin için. Üzerinde baskı yarattı mı bu?
O yaşta Çek Ligi’nden İngiltere’ye gitmek, tüm hayatının değişmesi demek. Sadece yaşam tarzın değil, idmanların bile farklı oluyor. İlk yedi ay çok maçta oynamadım. Sonraki sezonun başlangıcında iyiydim. Küçük bir ligden büyüğe gittiğinde hemen star gibi karşılanmıyorsun. Çok çalışıp kendini göstermen gerekiyor.
Harry Kewell’la aranız nasıl?
Çok iyi ve eğlenceli biri. Burada olmasından dolayı çok mutluyum. Yeni bir yere geldim ve her şeyi ona sorabiliyorum.
Hemen arkanda Kewell – Lincoln ve Arda gibi üst düzey oyuncular görev yapıyor. Hücum gücümüz için neler söylersin?
Sadece ben ve bu üçlü değil, tüm takımın kalitesi gayet iyi. Shabani var, Ümit var... Defansif yönde Servet ve Ayhan var. Şimdi yapmamız gereken, takım ruhunu oluşturmak ve başarıya ulaşmak.
Beşiktaş da Çek oyuncular transfer etti. Onlarla görüşüyor musun?
Evet, milli takımdan da arkadaşlarım. Burada olmaları güzel çünkü aynı dili konuşan birileriyle yemeğe çıkabilirsin.
Fransa Ligi’nde ters giden neydi senin için?
Hiçbir şey ters gitmedi aslında... Lyon tek forvetle oynuyordu ve bu forvet Benzema’ydı. Çok kaliteli bir oyuncu. Aldığı paranın karşılığında oynaması gerekiyordu, o da oynayıp başarılı oluyordu. Takıma girme şansım yoktu. Ben de ayrılmaya karar verdim.
Stephane Mbia’ya yaptığın hareket sonrası ırkçılıkla suçlandın. İşin aslı neydi?
Sert bir mücadele geçti ve anlamsız bir hareket yaptım. Fransa’da her yaptığınız tuhaf karşılanabiliyor. Irkçı dediler ama bu çok saçmaydı. Çünkü birçok siyahi arkadaşım var. Liverpool’da en iyi arkadaşım Emile Heskey’di. Jimmy Traore vardı. Lyon’da Govou ve Caçapa da iyi arkadaşlarımdı. Zaten Mbia bile Fransa Futbol Federasyonu bizi bir araya getirdiğinde, benim hareketimde ırkçı bir tutum hissetmediğini bizzat söyledi. Bu biraz da gazetelerin ‘büyük hikaye’ arayışıydı!
Türkiye’de de basının tehlikeli olduğunu biliyor musun?!
Her yerde böyledir! (Gülüyor) Futbolu ciddiye alıyorlar. Eğer gol atar kazanırsanız hoş şeyler de yazarlar. Kötü oynarsanız kötü şeyler yazarlar. Normal bu. Tecrübeliyseniz bu işlerin nasıl olduğunu bilir, futbola odaklanırsınız. Basını çok ciddiye almamanız gerekir. Ve yazılanlara hazırlıklı olmalısınız. Çünkü onların da işi bu.
Evlilik düşünüyor musunuz?
Tabii. Kız arkadaşımla uzun yıllardır birlikteyiz. Şu anda nişanlıyız. Ama şimdi futbol için Türkiye’deyiz. Evlilik için doğru zamana karar vermemiz gerek.
Sözleşmen üç yıllık. Üç yıl boyunca İstanbul’dasın diyebilir miyiz?
Futbolda ne olacağı bilinmez, hep beraber göreceğiz. Ama şu ana kadar çok mutluyum ve mümkün olduğu kadar uzun kalmak istiyorum burada.
Genelde Türkiye’ye yaşı geçen ve çok para kazanmak isteyen yıldızlar geliyor. Sen tam ters bir örneksin! Burayı seçmende neler etkili oldu?
İspanya, Fransa ve İngiltere’den birçok teklif vardı. Menajerlik şirketim Galatasaray’ın da teklifi olduğunu söyledi. Düşündüm, inceledim, zaten çok kaliteli bir takım olduğunu biliyordum. Kupalar kazanabilirdik. Harry Kewell ile görüştüm, burada her şeyin üst düzeyde olduğunu söyledi. Şartlar çok iyi görünüyordu. Sonunda tüm teklifleri kağıda yan yana yazdım ve yeni bir şey denemeye karar verdim. İngiltere’de beş, Fransa’da iki yıl oynamıştım. Yeni bir yer olmasını istedim. Şu ana kadar çok memnunum bu kararımdan ve böyle sürmesini istiyorum.
Gol krallığı önemli değil dedin. Bizce de daha önemli bir şey var: Fenerbahçe derbisinde gol atmak! Örneğin geçen sezon Fenerbahçe’ye şampiyonluk golümüzü atan Nonda, hepimiz için ölümsüzleşti...
Daha önce de Liverpool, Aston Villa ve Lyon ile derbilere çıktım. Herkes için özeldir derbiler. Ve gol atarsan, hele hele kazanırsan daha da güzeldir. Büyük maçları severim.
Milan Baros’un
‘FAVORİ’leri
Televizyon Programı: Çek TV’lerinde o an hoşuna giden her şeyi izliyor.
Aktör / Aktris: Hiç favorim yok.
Yemek: Çek yemekleri. Özellikle ördek ve lahana.
Müzik: Çek müzikleri, ayrıca Depeche Mode.
Kitap: Da Vinci Code / Dan Brown
Otomobil: Ferrari
Parfüm: Versace kullanıyorum ama sık sık değiştiririm.
Saatte 271 KM’yi Gördü!
Bu arada Fransa otoyollarının en hızlı adamısın!
Aa evet! (Gülüyor!) Yeni aldığım arabayı deniyordum. Havaalanına giden çok geniş ve tenha bir otoyolda serbest şerit vardı. Normalde öyle süratli araba kullanmam. Zaten 30-40 saniye kadar o hızda kaldım. Şanssızdım çünkü polis de oradaymış! Yakaladılar.
Harry Kewell, İstanbul trafiğini çılgın buluyor ama aynı zamanda seviyor. Sen ne dersin?
Bazen çıldırtıyor. Mesela idmana giderken bir anda duruveriyor! Alışırsan normal gelebilir belki. Araba kullanmak biraz da adrenalin demek. Sağınızdan solunuzdan her yerden, sinyal bile vermeden geçiyorlar. Bu da biraz adrenalin. Sorun yaşamıyorum.
Milan Baros
Doğum Tarihi: 28 Ekim 1981
Doğum Yeri: Vigantice, Çek Cumhuriyeti
Kariyeri: 1998-2001 Banik Ostrava (76 maç, 23 gol)
2002-2005 Liverpool (68 maç, 19 gol)
2005-2007 Aston Villa (42 maç, 9 gol)
2007 Olympique Lyon (24 maç, 7 gol)
2008 Portsmouth (12 maç)
Çek Milli Takımı (66 maç, 32 gol)
Futbolcu, Profesyonel ve Delikanlı…
MEİRA
Futbol tüm hayatını değiştirdi. Eğer futbolcu olmasaydım belki bugün perişan bir hayat yaşıyordum diyecek kadar futbolun hayatındaki yeri ve önemine güçlü bir vurgu yapıyor. Hayatını bu denli değiştirip dönüştüren futbolu yani başka bir deyişle yaptığı işi ise çok ciddiye alıyor. Öyle ki, kendi başarısını gerektiğinde formasını giydiği takımın başarısının ardında tutacak kadar mütevazı bir kişilik Meira. Görevin önce geldiğini neredeyse her cümlesinde vurguluyor. Evet, bu sezon sadece üst düzey bir libero seyretmeyecek Galatasaraylılar. Gerçek bir profesyoneli de izleyecekler. Sadece futbolu ve uluslararası deneyimiyle değil kişiliğiyle de farklı bir adamı izleyecekler bu sene sahalarda. Kısacası Portekiz’li Fernando Meira’yı….
Portekiz’in kuzeyinde bir şehir olan Guimares’te dünyaya geldi Şehrin yakınındaki bir kasabada yaşıyordu. Babası ailenin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar dolayısıyla çalışmak için İsviçre’ye gitmişti. Fernanado Meira bu nedenle uzun bir zaman büyükannesiyle yaşadı. O günleri şu sözlerle özetliyor:
“Annem ve babam bizden uzaktı. Senede iki kere görüyordum. Ama şartlar öyleydi. Bu durumu anlayışla karşılamam lazımdı. Futbol küçük yaşlardan itibaren hep ilgimi çekti. Benim için güzel bir yoldu. Okulda ve mahallede futbol oynardık. Guimares’te 7 yaşından itibaren futbol oynamaya başladım”.
Anne ve babasından uzak yaşadığı bu yıllarda futbol bir anlamda onun en yakın dostu ve yoldaşı olacaktı.
“İlk başladığında 7 yaşındayken sağ açık oynuyordum. 15 yaşıma geldiğimde milli takıma çağrıldım. Orta sahada bana daha fazla şans tanıdılar. Çocukluğumda futbol benim hayalimdi. Ancak bu noktaya geleceğimi hiç tahmin etmiyordum. İleri yaşlarda fark ettim ki, benim hayatımda futbol olmasaydı ben belki de perişan bir hayat sürerdim. Ama futbol oynamayı seviyordum. Futboldan para kazanmam ve bunun önemini kavramam ise çok daha sonraki yıllarda oldu”
Futbolda profesyonelleşmeye doğru yöneldiği bugünlerde kendisine örnek olarak Arjantin’li Fernando Renondo alıyordu. O zamanları hatırladıkça futbol oynadığı arkadaşlarından ancak 10 tanesinin futbolcu olabildiğini onlarında sadece birkaçının üst düzey futbolcu olabildiğini ifade ederek:
“Aslında tek başına yeteneğe bağlı olduğunu düşünmüyorum iyi futbolcu olmanın. Bu yeteneğin çok çalışarak üzerine bir şeyler koymanız lazım. Portekiz’de her mahallede çocukların futbol oynamak için gittiği merkezler var. Milyonlarca çocuk oraya gidiyor. Bu çocukların yetenekli olanları ileride çok iyi futbolcu oluyorlar mı? Hayır. Bana Tanrı da yardım etti. Çok yetenekli olduğu halde aradan sıyrılamayan çocuklar var”.
Portekiz’de futbolun çok sevildiğini ve altyapıya da büyük önem verildiğini belirten Meira, U takımları düzeyinde çok başarılı olan Portekiz’in aynı başarıyı neden daha sonraki düzeylerde sürdüremediğini ise şöyle dile getiriyor.
“Bizde altyapıya müthiş önem veriliyor. Profesyonelliğe geçişte ise ne yazık ki Portekiz’de yabancı oyuncu sınırlaması olmadığından dışarından özellikle de Arjantin, Brezilya gibi ülkelerden oyuncu alınıyor ve bu gençlerin önü kapanıyor. Türkiye’de yabancı oyuncu sınırlaması olması çok önemli ve iyi. Birkaç takım sadece altyapından gelenlere önem veriyor diğerleri ise dış ülkelerden profesyonel oyuncuları ithal ediyorlar. Bu milli kaynakların harcanmasına yol açıyor. Bu durum altyapıdayken kazanılan başarıların üst düzeyde tekrarına engel oluyor. Portekiz milli takımının son yıllarda geldiği seviyeye bakarsanız bazı mevkilerde olağanüstü oyuncular olduğunu görürsünüz. Bazı mevkiler de ise örneğin kaleci mevkiinde, santrafor mevkiinde iyi oyuncu görme şansımız olmadı. Bunun nedeni de Portekiz kulüplerinin bu mevkilere dış ülkelerden oyuncu almalarıdır. Bu Portekizli oyuncuların önünü kesiyor”
Futbola ilk olarak sağ açıkta başladığını sonra orta sahada oynamaya başladığını söylüyor. 17 yaşında Guimares takımındayken yeni bir teknik direktör gelir ve Meira’yı stopere çeker. Bu hocanın Guimares’de kaldığı sezon en başarılı sezonları olur. Ardından Hırvat bir hoca gelir takımın başına. Meria’yı bu kez yedek kulübesindedir. O da, yöneticilerden kendisini başka bir kulübe gitmek için serbest bırakmalarını ister. Futbol oynayabilmek tek isteğidir o günlerde. Ve ikinci ligdeki Felgeraj takımına gider. Felgeraj, Victoria Guimares ile ilişkileri çok iyi olan bir kulüp olduğu için 6-7 oyuncu Felgeraj’a geçerler ve Meira orada devamlı oynama şansı bulur. Bir sene sonra hoca değişince Guimars’e geri döner. İkinci dönüşünde takımda oynamanın yanısıra aynı zamanda çok genç yaşta kaptan olma fırsatını da yakalar. Stoper mevkiinde oynamaya devam eder. Meira, bu yıllarda artık milli takıma da seçilmektedir. Ve henüz 20 yaşındayken Portekiz tarihinin en pahalı transferini yaparak Benfica’ya geçer.
Portekiz futbolunda da bizdeki gibi üç takımın sözü geçmektedir. Benfica, Sporting ve Porto. Benfica en fazla şampiyonluk ve kupa kazanmış takımdır. Ama Benfica’nın o günlerde bugünde devam eden bir sorunu vardır. O da, her sene 9-10 oyuncu gider yerine yenileri gelir. Oyuncu sirkülasyonu fazladır takımda. Bu takım kimliğinin oluşmasının önündeki en büyük engeldir. Benfica’da oynadığı dönem aynı zamanda Jardel’li Porto’nun tüm kupaları topladığı zamana denk gelir. Porto’nun hakimiyeti söz konusudur Portekiz futbolunda. 1,5 sene Benfica’da kalır. Kaptan olmasına rağmen söz konusu kimlik sorunu nedeniyle yurt dışından teklif alınca kabul ederek bu kez de Almanya’nın yolunu tutar.
Latin geleneğine sahip Portekiz’den neden Almanya gibi bir ülkeyi ve Stuttgart’ı tercih ettiğini ise şöyle açıklıyor Meira: “Ben o sırada yapabileceklerimin sınırına gelmiştim. İçinde bulunduğum takımda yapabileceğim fazla bir şey yoktu. Stuttgart ise beni Guimares yıllarından beri beni takip ediyordu. Yeni bir heyecan yaşamak istiyordum. Almanya’ya uyum sağlama konusunda başlangıçsa çok zorlandım. İklim farklı, ülke farklı, lisan farklıydı. Özellikle ailem çok zorluk yaşadı. Soğuk bir ülkede yaşamak çok zordu. Gittiğimizde Aralık ayıydı ve çok soğuktu. Ancak birkaç sonra uyum sağlamayı başardım”.
Futbol anlamında Almanya futboluna neler kattı diye sorulduğunda ise içtenlikle şunları söylüyor: “Futbol anlamında Almanya’da oynamak bana çok şey öğretti. En başta profesyonel futbolun ne olduğunu öğrendim. Almanya’da futbol ciddi bir iş olarak görülüyor. Portekiz’de ise futbol her şeyden önce bir keyif ve zevktir. Almanya’da futbol doğrudan sonuca yönelik oynanıyor. Daha etkili top oynamayı orada öğrendim. İlk gittiğim sene teknik direktör Felix Magath’tı. Onunla ilk sezonda şampiyon olduk. O başarılara nasıl ulaşılacağını öğrendim. Ailem içinde Almanya büyük bir tecrübe oldu”
Futbol yaşantısına forvet hattında başlamış ve gol atmanın cazibesini yakından hissetmiş birinin zaman içinde defansif bir mevkiye kayması zor olmadı mı ya da bunu nasıl kabullendin diye sorulduğunda ise Meira, futbolcunun hangi mevkide daha fazla ilerleyebileceğini görecek kadar zeki olması lazım diye cevap veriyor bu soruya. Her mevkide oynadığını belirten Fernando Meira bu noktada çok gerçekçi bir yaklaşımla yaşadığı bu dönüşümü şöylece izah ediyor:
“Oynadığım tüm takımların özellikle de milli takımın orta sahasında çok iyi oyuncular vardı.. Benden daha iyisi olduğu sürece benim takıma daha fazla katkıda bulunacağım mevkiye geçmem daha faydalı ve gerçekçi olur. Ben futbolcuların bunu böyle değerlendirmeleri gerekir diye düşünüyorum. Ben de öyle yaptım”
Söz milli takımdan açılmışken, Scholari öncesinde birçok farklı teknik direktörle çalışmanın Portekiz milli takımında istikrarsızlığa yol açtığını söylüyor Meira. Scholari ile milli takımın birbirine yakınlığı olan arkadaş grubu havasına büründüğünü ve soyunma odası ile sahaya huzur geldiğini ifade ediyor. Portekiz’in bu safhadan itibaren yükselmeye başladığını belirten Meira, Scholari ile birlikte tüm şampiyonalarda zirveye aday ülke olarak gösterilmeye başladıklarının da özellikle altını çiziyor: “2006’da şampiyonluğu birkaç ufak şanssızlık neticesinde kazanamadığımızı düşünüyorum. Kazanmaya çok yakındık. Scholari’nin gelişiyle disiplin ve saygı takıma yerleşti. Bu da başarıyı getirdi. Scholari’nin gidişinin bu kazanımların kaybolmasına yol açmamasını diliyorum. .Scholari, hem Portekiz’i hem de milli takımı değiştirdi. Bir yandan milli takım aile gibi idare edilirken, bir yandan da Portekizlilerin milli takımın arkalarında durmasını sağladı. Başarıya giden yoldaki parametreleri o belirledi. Umarım, onun ardından Portekiz geriye dönüşü yaşamaz”
Son yıllarda milli takım düzeyinde uluslar arası arenada sık sık karşılaşan Türkiye ile Portekiz’in futbol bağlamında bir mukayesesini yapmasını istediğimizde yorumu şu şekilde oluyor:
“Öyle zannediyorum ki, Türkiye’de Portekiz gibi belirli niteliklere sahip kaliteli bir takım. Ancak aynı Portekiz gibi belirli aşamaları geçmek için bazı şeyleri hep eksik kalıyor. Bu sene gördük ki, Türkiye sahip olduğu oyuncular sayesinde edindiği kalite ile çok iyi yerlere gelebilir. Ben öyle zannediyorum ki, Fatih Terim, Türkiye’de Scholari’nin yaptığına benzer işler yaptı. İyi bir takım yarattı. Tüm Türkiye’yi milli takımın çevresinde duracak şekilde ikna etmeyi başardı ve takımı bu seviyeye taşıdı. Türk milli takımı geldiği bu düzey itibarıyla kendisini ispat etmiş bir takım artık”
Neden Türkiye ve Galatasaray’ı tercih etti?
Her şeyden önce Almanya’dan ayrılmak istediğimde Galatasaray ile görüşmeyi tercih ettim. Galatasaray, gerek şampiyonlar liginde üst düzeyde mücadele edecek bir takım, gerekse kendi liginde şampiyonluk için oynayan bir takım. Ben teklif verenlerle aynı anda görüşüp onları kızıştıran bir oyuncu olmadım hiçbir zaman. Galatasaray ilk görüştüğüm kulüptü ve görüştüğüm Adnan Sezgin, projeleri ile beni ikna etti. Galatasaray’ın bana ne teklif ile geleceği veya anlaşma şartları dahi kesin değildi. Ancak Adnan Sezgin’in bana gösterdiği resmi beğendim. Ve el sıkıştık.
Aradığını buldun mu?
Büyük bir kulüple ve tutkulu taraftarlarla karşılaşmayı umuyordum. Bunu da buldum. Portekiz’de yaşadığım şehirlerden daha büyük bir şehre geleceğimi biliyordum. Elbette bazı uyum sorunları olacaktır. Yeni bir ülke, yeni bir lisan, yeni koşullar söz konusu olduğu için bazı zorluklar elbette olacaktır. Ama ben burada aradığımı buldum.
Takımı yönetme anlamında Denizlispor maçında arkadaşlarına sürekli komut verdin? İletişimi nasıl sağladın?
Herkesle bildiği lisanla anlaşmaya çalışıyorum. İki yanımda oynayan Sabri ve Servet ile bildiğim az Türkçe ile anlaşmaya çalışıyorum. Hemen arkamdaki Aykut, Hakan, Volkan, Lincoln ile Almanca anlaşıyorum. Kewell ile İngilizce, Nonda ile çok az olan Fransızcamı kullanarak iletişim kuruyorum. Bu tabii ki zor oluyor Ama gerekli de. Türkçe öğrenmem gerekiyor. Türkçe öğrenebildiğim zaman Almanca bilen Türk oyuncularla da Türkçe konuşacağım.
Zor olmuyor mu?
Şu anda elimden gelen bu ve ben de bu zorluklara katlanacağım. Ben her şeyden önce takım oyuncusuyum. Ben yeri geldiğinde takımın başarılı olmasını kendi başarıma tercih ederim. Bana verilen görevi yapmakla yükümlüyüm. Hücuma kalkıldığında bir kontra atağı engellemek için en arkadaki oyuncu olarak diğerlerini örgütlemek zorundayım. Saha içindeki mevkilerin boş kalmaması için çabalıyorum ve bir takım oyuncusu olarak bu benim asli görevimdir.
Topu geriden bilinçli bir şekilde şişirmeden oyuna sokuyorsun. Bu Galatasaray’ın son yıllarda eksikliğini çektiği bir konuydu.
Doğrudur. Topu ileri şişirmek hoşuma giden bir şey değil. Topu oyuna bilinçli ve planlı bir şekilde dahil ederek kullanmak isterim. Bunu yapmamız gerekir. Takım olarak birlikte oynama tecrübemizi artırdıkça daha iyi olacağız.
Galatasaray gibi beklentileri ve hedefleri yüksek bir kulüpte kendisini baskı altında hissedecek misin?
Bu baskının olması mecburi. Galatasaray için ikinci olmak başarısızlıktır. Başarılar hazmedilmeli ve bir sonraki sezona yeni başarılar hedef seçilerek çıkılmalı. Avrupa’da gidebildiğimiz kadar gitmeliyiz. Türkiye’de ise şampiyonluk tek hedefimiz olmalı. Hepimizin bu baskıyı hissetmesi ve onu sindirerek onunla yaşaması lazım.
Türk futbolu ve Türkiye Ligi’ni nasıl görüyorsun?
Dört veya beş takım zirveye oynayacak, diğerleri de işi sağlama alabilmek için ilk golü atmaya bakacak ve sonrada defans yapacak. Galatasaray olarak takım disiplininden taviz vermeden sabırla oynamamız gerekir. Edindiğim izlenim lig boyunca kolay maç oynamayacağız.
Skibbe…
Almanca konuşan bu kadar çok oyuncunun olduğu bir takımda Skibbe herkes için bir avantaj. Almanca bilenlerin çok olması onu en azından bazı şeyleri tercüme ettirerek iki kere anlatma zorluğundan kurtarıyor. Ama bunun da ötesinde Skibbe hücuma yönelik futbol anlayışıyla Galatasaray için çok önemli bir hoca. Devamlı sonuca yönelik top oynuyoruz ve bu da takıma çok şey katacaktır.
Çok kısa süredir burada olduğu için Meira’nın özel bir arkadaşı yok. Futbolun dışında boş zamanlarını ise ailesiyle geçiriyor. Buradan sonraki hedefleri içinse kendisini ileriki yıllarda bir futbol takımının başında profesyonel yönetici olarak görmek istediğini söylüyor ve ekliyor:
“Hayatım boyunca disiplinli bir adam oldum. Kendimi bu kadar adadığım futbol için ileriki tarihlerde bir takımı organize ediyor olabilmek isterim. Futbolcu transferinden günlük işlere değin her şeyi yapabileceğim bir işle uğraşmak isterim”
Galatasaraylılara mesajın…
“Biz onlara elimizden gelenin en iyisini yaparak mutluluklar yaşatmaya çalışacağız. Amacımız Avrupa’da Şampiyonlar Ligi’nde yola devam etmek ardından da Türkiye liginde şampiyon olmak”
Adını Ezberletti!
MEHMET TOPAL
17 ay önce, Ekim 2006’da Galatasaray Dergisi’nin 49. sayısında yayımlanan röportajının başlığı "Adımı Ezberletmeye Geldim" idi. Spikerler, futbol yorumcuları, taraftarlar ve biz dahil herkesin dili sürçüyor; “Mehmet Polat” çıkıyordu kimi zaman ağzımızdan. Bugün Nisan 2008’de istisnasız herkes onun adını doğru söylüyorsa sebebi sahada ortaya koyduğu performanstır. Az konuşan, çok çalışan ve sözünü tutan Mehmet Topal’in hikayesi işte böyle başlamıştı. Kaçıranlara....
“11 yaşında Malatya’da bir toprak sahada 38 numara ayağına, içine karton sıkıştırılmış 43 numara kramponları geçiren bir çocuk...
16 yaşında Malatya’dan Çanakkale’ye gurbet yollarına düşen, ikinci gün bozmadığı valiziyle arkadaşlarının otogardan çevirdiği bir genç...
20’sinde Çanakkale’de bir pastanede – hem de transferin son gününde - telefonu çalan ve karşısında Adnan Sezgin’i bulan bir adam...
Galatasaray’a geldiği günden bu yana çokçalarımız düştü aynı hataya: “Mehmet Polat” dedik; Mehmet Topal demek isterken...
'Adımı ezberletmeye geldim' dedi.”
Ekim 2006-Florya Metin Oktay Tesisleri
(Röportaj: Bülent Timurlenk | Galatasaray Dergisi, Nisan 2008, Sayı: 66)
Mart 2008-Florya Metin Oktay Tesisleri
Çanakkale’de seni otogardan döndüren arkadaşlarınla görüşüyor musun hala?
Tabii, irtibatı koparmadık. Zaten 3-4 sezon birlikte oynadık. Halen kendileriyle görüşüyorum.
Bu noktaya gelmenden gurur duyuyor olmalılar...
Tabii. Birlikte oynadığımız zaman da hep birbirimize destek olurduk. Bu işler biraz da kısmet meselesi. Benim kısmetim biraz açık oldu onlara göre. Buralara gelmek bana nasip oldu. Onlar da buralara gelmemden çok mutlular.
Çanakkale’deki arkadaşlarından Süper Lig’e çıkan var mı?
Yok. Şansları pek yaver gitmedi. İstedikleri yerlere gelemeyince futbolu da bıraktılar. Bir arkadaşım Elazığ’da. Bir başkası iş hayatına atıldı.
Futbolcunun kariyerinde şansın rolü ne kadar sence?
Şansa bağlamam hayatımda hiçbir şeyi. Çok çalıştığın zaman, pozitif düşündüğün zaman emeklerinin karşılığını alıyorsun. Hayatım boyunca bir şeye inandım: Çok çalışmak, çok çalışmak, çok çalışmak...Ve bugünlerde o çalışmanın karşılığını görüyorum.
Malatya’dayken sana büyük gelen kramponlara gazete kağıdı sıkıştırıp girmiştin seçmelere. Bugün şartlar değişti mi Malatya’da...
Malatya Belediyespor’un durumu çok iyi. Altyapıda oynayanların sponsorluklar sayesinde malzeme sorunu çözüldü.
Devir değişti değil mi?
Evet. Devir çok değişti. O zamanlar kramponlarımızı kendi imkanlarımızla almaya çalışıyorduk. Ama şimdi öyle değil. Kulübün sponsoru var ve ayakkabıya ihtiyaçları yok. Kulübün durumu da çok iyi bir yerde.
Çim sahaları yapıldı mı?
Yapılıyor sanırım. Orada da futbol yavaş yavaş üst seviyeye geliyor. Doğu’da artık insanlar futbola çok önem veriyor. Futbol, hayatlarının bir parçası. Malatya ve Doğu Anadolu’daki diğer şehirlerde çok yetenekli gençler var. Bunları keşfetmek için büyüklerimizden bir ricam olacak. Lütfen o taraflara dönük biraz daha araştırma yapsınlar. İnanıyorum ki oradan daha da değerler çıkacaktır.
Milli Takım’da U21’e gelene kadar yaş gruplarında hiç oynamadın. Sen mi kendini çok geliştirdin yoksa milli takımlar mı seni keşfedemedi?
O yaşlarda hocalarım, performansımın çok iyi olduğunu, milli takıma gitmem gerektiğini söylüyorlardı. Ama çağrılmadım. Çağrılmadığım zaman içimde bir burukluk oluyordu ama üzülmüyordum. Demek daha çok çalışmam gerek diyordum. Ve daha çok çalıştım. Her zamanki performansımı daha üst düzeye çıkarmaya çalıştım. A takıma çıktıktan sonra insanlar, menajerler daha çok sizi izliyor. Her zaman göz önünde oluyorsunuz. A takımda iyi performans gösterince sonradan yavaş yavaş Ümit Milli Takım’a çağrıldım. Kamplara katıldım ve hazırlık karşılaşmalarında forma giydim. Galatasaray’a geldikten sonra resmi maçlarda oynadım.
Geçen sezona gidersek; bu sezon yaptığın çıkışı geçen sezon yapamamanın sebepleri neler olabilir?
Rekabetten önce insanın performansına dayalı bir şey bu. Galatasaray’a geldiğim ilk zamanlarda çok iyi maçlar çıkarmıştım. Ama deplasmandaki Liverpool maçından sonra 6-7 hafta kadroya giremedim. Neden giremedim ben de bilmiyorum. Antrenmanlarda çok iyi çalışmama rağmen bir türlü olmuyordu. Liverpool’a karşı ilk yarı takım halinde çok kötü oynadık. Gol pozisyonu üretemiyorduk. Liverpool’un inanılmaz bir baskısı ve atmosferi vardı. Sonra hocamız ikinci yarıda beni oyundan çıkardı.
Anfield Road’un kurbanı sen oldun yani...
Türkiye’de söylenen buydu. Ama ben kendimi futboluma verdiğim için, hiçbir zaman bunu sorun etmedim. Her zaman arkadaşlarım bir çalışıyorsa, iki çalışmak zorunda hissettim kendimi. Oynamadığım zaman takımdaki ağabeylerim de söylüyordu, kadroya girmen lazım diye. Ama hocamızın kararına saygı duydum hep. Hiçbir zaman farklı düşünmedim. Sonuçta Gerets, Galatasaray’a gelmemde büyük rol oynadı. Son haftalarda yine forma şansı bulmaya başladım. 7-8 maç çok iyi performans gösterdim. Ama sezon başı Milli Takım’a gittiğimde çok ciddi bir sakatlık geçirdim bağlarımdan. Yaklaşık 1.5 ay tedavi oldum. Sezon başı olduğu için ve Galatasaray’da kalıcı olmak için, hocaya bir şeyler göstermek zorundasınız. İdmanlara sakat sakat çıkıyordum. Ağrılarım olduğu halde bandajla çıkıyordum. Elimden geldiği kadar çok çalışıyordum. Sezon başı çok fazla forma şansı bulamadım.
13 futbolcuyla yolların ayrıldığı sezon başında yine de kendini ispat etme şansını yakalamışsın. Sana inanıyorlardı Florya’da...
Tabii ki. Beni burada çok iyi tanıyorlardı. Futbolumu çok iyi biliyorlardı. Ben zaten Galatasaray’a gözü kapalı, beş yıllık imza attım. Sezon başı ben sakatlık yaşarken tabii ki yeni transferlere öncelik tanınıyordu. Kadroya fazla giremedim. Kendini kanıtlamış bir Tobias Linderoth vardı. İsveç Milli Takımı’nın kaptanı ve mükemmel bir kişiliğe sahip Tobias. Kendime onu da örnek aldım. Çok talihsiz bir sakatlık geçirdi ama inanıyorum yeniden aramıza katılacak. Ben fazla forma şansı bulamadığımda da hiçbir zaman olumsuz düşünmedim.
Biraz daha ısrarcı olsam bu soruda. Etten kemikten insansın. Forma şansı bulamıyorsun. Hiç mi hayalkırıklığı yaşamadın?
Çok iyi bir noktaya değindiniz. İnsanlar dışarıdan, futbolcu çok iyi paralar kazanıyor, çok iyi arabalara biniyor diye bakıyorlar. Ama işin iç yüzü hiç öyle değil. Bir kere büyük camiada oynuyorsanız karakterinizin ve psikolojinizin çok çok üst seviyede olması lazım. Çok kırıldığım, üzüldüğüm günler de oldu, ağladığım akşamlar da oldu. Kadroya girememek çok yıpratıyordu. Ama bu hep içimde kaldı. Dışarıya yansıtmamaya çalıştım. En büyük destek ailem ve yakın dostlarımdan geliyordu. Onların desteğiyle bu psikolojik baskıyı kırarak yoluma devam ettim. Hakan Ağabey’in (Şükür) bana verdiği öğütleri hiç aklımdan çıkarmadım. Büyük camialarında kalabilmenin şartının çok ama çok çalışmak olduğunu hep söyedi.
Linderoth’un sakatlığı hepimizi çok üzdü. Ancak bu sakatlık senin kariyerindeki çıkışın da sebebi oldu. Feldkamp ile olan diyaloglarınıza değinsek...
Her camiada böyledir, kendini kanıtlamış futbolcular her zaman ilk onbir için ilk adaydırlar. Nasıl futbolcu olduğumu biliyordum. İdmanda performansım artınca hocamın yaklaşımı daha pozitif oldu. Linderoth’u her zaman örnek alan bir insanım. Zaten kişiliği dış görünüşünden bellidir. Onun pozisyonlarını, pozisyonlara bakış açılarını, hepsini takip ediyordum. Ve bunları beynimin bir köşesine kazıyordum. Bana şans geldiğinde neler yapmam gerektiğini kurguluyordum. Sonra şans bana geldi. Ben de bu şansı en iyi şekilde değerlendirdiğimi düşünüyorum.
Uzun ve dikine toplar atıyordun. Bir maçta pas hatalarında tribünlerden ters sesler gelince sanki daha garantili kısa pasla oynamaya başladın. Tribün baskısı yeteneğini bastırıyor olabilir mi?
Doğru. Benim en büyük özelliklerimden biri, dikine sert ve uzun toplar atmak. Türk futbolunda yabancı futbolcuların pas hatası yaptığı zaman bizim kadar tepki toplamıyorlar. Bu ister istemez futbolcunun performansını etkiliyor.
Sen tribünün etkilenen bir futbolcusun. Tepkileri nasıl aştın?
Güven bir futbolcu için çok önemli ve bir futbolcu o güveni oynayarak kazanıyor. Kendini taraftara sevdirerek kazanıyor.
“Hata yaparsam formayı kaptırırım” psikolojisi de söz konusu değil mi?
Kesinlikle... İlk oynadığınızda yaptığınız en ufak yanlış hareket göze batıyor. Türk futbolunun gelişmesi için bence bundan vazgeçmemiz lazım. Bu futbolcuyu çok etkiliyor. Eğer bunu aşarsak Türk futbolu da futbolcusu da ilerler.
Senin en büyük silahlarından biri uzaktan şutların...
Her maçta 3-4 şut pozisyonu yaratmalıyım kendime. Çünkü hocam da toplara vurmam gerektiğini söyledi. Ama pozisyonum gereği çok fazla ileriye çıkamıyorum. Defansa yoğunlaşıyorum. Bu yüzden beklendiği kadar şut atamıyorum. Eğer biraz daha ileri çıkıp şut atarsam benim açımdan daha iyi olacağını düşünüyorum.
Patrick Vieira’ya hayran olduğunu biliyoruz. İkinizin de ortak özelliği uzun bacaklarınız. Bu sezon rakipten top çalarken vücudunu daç ok iyi kullanmaya başladın onu gibi. Sanırım iyi bir gözlemcisin...
Çocukluğumdan beri maçlarda Vieira’yı izliyorum tabii. Gece yaşantım yok. Çok fazla gezmeyi seven bir insan değilim. Daha çok ailemle vakit geçiririm. O vakitlerde de TV’de maç seyrederim. Seyrettiğim maçlarda hep benim mevkiimde oynayanlara çok dikkat ederim. Pozisyona bakışları, top saklamaları, bunlar önemlidir.
Kimleri beğeniyorsun başka?
Patrick Vieira her zaman favorimdir ama ağır sakatlık sonrası yeni toparlanıyor. Daha çok İngiltere Ligi’ni izlediğim için Scholes, Lampard, Essien’i beğeniyorum. Milan’da Pirlo da mükemmel bir orta saha. En çok beğendiğim futbolar zaten kendi karakterimde futbolculardır.
UEFA Kupası’nda Leverkusen’e elenmemizi sen nasıl değerlendiriyorsun?
Leverkusen’den önce Konya’da maçımız vardı. Ertelendi. Ertesi gün o beton gibi zeminde top oynadık. Leverkusen’de ben dahil iki-üç arkadaşımız sakat sakat oynadı. Dizimde bir problem vardı. Ağrılara rağmen oynayabileceğimi söylediler. Takım arkadaşlarıma faydalı olacağımı düşündüm.
Leverkusen maçını Konya’da kaybettiğimizi düşünebilir miyiz?
Evet. Ama bahane aramamak lazım. Uğur mesela, çok ciddi bir sakatlık geçirdi. Leverkusen maçına çok yorgun çıktık. İlk maça bakacak olursak, Leverkusen’i Ali Sami Yen’de üç dört golle yenebilirdik ama olmadı.
Lige baktığında, “Şu maçtaki puan kaybı beni çok üzdü” diyebileceğin bir maç var mı?
Kasımpaşa mağlubiyeti çok üzdü. Beşiktaş mağlubiyeti de öyle. O puanları alabilsek çok avantajlı durumda olurduk.
Tesislerde yaşıyordun, artık kendi evindesin...
Kardeşlerim burada, onlarla beraber yaşıyorum. Annem ve babam Malatya’da ama onları da yakında getireceğim.
Ailenin burada olması futbolunu etkiliyor mu?
Çok etkiliyor. Ailem yokken akşam yemeğini dışarıda yemek zorundaydım. Yorgun olduğun zaman bu keyif olmaktan çıkıyor. Yalnızlıktan canınız sıkılıyor. Eve çıktığım için çok mutluyum. Şimdi idmanlardan sonra eve gidiyorum. Aile fertleriyle sohbet ediyorum; yemek, her şey hazır oluyor. Daha çok dinlenmiş oluyorsunuz.
Maç günleri evde de bir tribün oluyor değil mi?
Evet! İyi maç çıkarıp eve gittiğimde övgü dolu sözler duyuyorum, bütün yorgunluğum gidiyor.
Futbol dışındaki hayat peki?
Sinemaya gitmeye çalışıyorum. Genelde hep Florya’dayım. Kaç senedir İstanbul’dayım, Akmerkez’e kaç defa gittin derseniz, bir kez gitmişimdir. O da Galatasaray’a ilk geldiğimde...
İyi bir film izleyicisi olduğunu biliyoruz...
Bilgisayarla bir türlü sevemedik birbirimizi. Laptopumu hala film izlemek için kullanıyorum. Özellikle deplasmanlarda ve kamplarda akşamları odamda bol bol film izlerim. Futbol programları yerine daha çok Avrupa’dan naklen maç yayınlarını tercih ediyorum.
A'dan Z'ye Aykut
AYKUT ERÇETİN
"Anne-baba" ile başlayan, "zemin" kavramıyla biten futbol ve hayata dair bir söyleşi. Bir kalecinin sözlüğünden taşanlar...
(Röportaj: Bülent Timurlenk | Galatasaray Dergisi, Mayıs 2008, Sayı: 67)
Anne – Baba: Hayatımdaki en değerli insanlar. Onlarla maç sonrası konuşmazsam, onların benimle gurur duyduğunu her an hissetmezsem futbol bana anlamsız gelir. Beş yıldır onlardan ayrıyım, Almanya’dan arada bir maça geliyorlar.
Burak Dilmen: Çok iyi ve sempatik bir hoca. Çok zor bir iş yaptı ve yardımcı antrenör olarak takımla teknik direktör arasında uyum sağladı.
Cevat Güler: Bizim için çok büyük bir şans. Çünkü bizi senelerden beri tanıyan bir hoca. Bana göre özellikle uzun süredir burada oynayan oyuncular için şans oldu çünkü bizimle ilgili A’dan Z’ye iyi ve kötü taraflarımızı biliyor. O yüzden bizim için çok iyi bir hoca. Büyük bir avantaj bizim için.
Çalışmak: En büyük sevdalarımdan biri. Ben bugün oynuyorsam ve kaleyi devraldıysam, seneler boyu çalıştığım içindir. Beş sene boyunca bugün için çalıştım. O yüzden çalışmanın her zaman ön planda olması lazım. Çalışmak kadar önemli bir şey yok futbolcu için. Antrenman öncesi en az yarım saat, antrenmandan sonra bir saat çalışırım. İzin günlerimde de ekstra çalışma yaparım. Kendi isteğimle yaptığım salon çalışmaları var. Antrenman sonrası Nezih Hoca ile 15-20 dakika takımdan ayrı çalışırız.
Derbi: Elbette ki diğer karşılaşmalardan çok daha önemli. Ne zaman, nerede oynanırsa oynansın derbi karşılaşması hem futbolcu hem de taraftar için büyük değer taşır. Futbolcu her zaman taraftarına bir derbi galibiyeti yaşatmak ve onların bu mutluluğunu paylaşmak ister. Taraftar da sosyal hayatında rakip takım taraftarı arkadaşlarının karşısına rahat çıkabilmek için bu galibiyeti ister. İstanbul derbilerinin bence atmosfer olarak dünyada büyük kabul edilen Boca-River, Barça-Real Madrid derbilerinden aşağı kalır yanı yok.
Euro 2008: İnşallah Türkiye çok başarılı olur. Bir Türk olarak isterim ki Türkiye çok çok başarılı olsun. Her futbolcu gibi orada oynamak isterim ama benim amacım çok çalışmak, antrenmana çıkmak, maç oynamak. Takdir hocalarındır.
Feldkamp: Geçmişte kalmış bir hoca artık. Çok teknik adamla çalıştık. O da geçmişte olan hocalardan bir tanesi. Benim felsefem budur zaten, geçmişte kalan ya da değiştiremeyeceğim şeylere fazla kafayı takmam.
Gelecek: İnşallah şampiyon olur, büyük başarılar elde ederiz. Kişisel olarak da bazı oyuncular der ki, “Ben bir gün şurada oynamak istiyorum. Ben uzun vadede burada kalmak istiyorum. Milli takımda oynamak istiyorum”. Benim felsefem başka. Benim felsefem, her gün kendini biraz daha, adım adım geliştirmek. Kendimi ne kadar geliştirirsem, bu adımlar ne getirir görürüz. Yarın daha iyi olayım, ertesi gün daha da iyi olayım. Gelecek düşüncem böyledir. Çalışırken her gün biraz daha gelişiyorsunuz. Ne kadar çalışırsanız o kadar iyi oluyorsunuz.
Hakemler: Bana göre Türkiye’de çok tartışılıyorlar. Benim hakemlere dair üzüldüğüm bir konu varsa, medyada futbol bazen dışarıda kalıyor. Özet izliyorsunuz, pozisyondan daha fazla hakemin tartışılacak pozisyonları gösteriliyor! Ben bir futbolcu olarak, daha çok gol pozisyonu, kalecinin çıkardığı pozisyon izlemek isterim. Ama bir penaltının 8-9 defa tekrarlanması bana çok mantıklı gelmiyor. Türkiye’de bu çok konuşulan bir şey ama aynı zamanda gereksiz. Türkiye’deki hakem standartını Avrupa’dan düşük görmüyorum. Herkes hata yapabilir. Bizde çok büyütüyorlar.
İzin Günü: Köpekle gezmeyi çok severim. Bir köpeğim var, onunla zaman geçiririm. Eğer kendimde bir eksik görüyorsam bazen izin günlerimde bile çalışırım. Onun dışında İstanbul’un tadını çıkarmayı çok seviyorum. Sahile gider yürürüm. Genelde dışarıda yemek yerim. Çok severim farklı mutfakları keşfetmeyi. Trafik gerçekten bazen eziyet. Kalabalık çok önemli değil ama bazen şunu istiyor insan: İzin gününüzdür, dışarı çıkıp futboldan uzak kalmak istersiniz. Ama bizim ülkemizde futbol o kadar çok seviliyor ki; izin gününüzde bile insanlar sizi tanıdığı anda sorarlar; “Bu takımın durumu nasıl, nedir?” diye. Dinlenmek biraz zor! O yüzden bazen mümkünse, 2-3 gün iznim varsa kafayı dinlemek için yurtdışını tercih ederim.
Kale: Hayatımı ifade ediyor. Bir kaleci her zaman ters adamdır. Oyunu bozan biziz. Futbolda amaç gol atmaksa, kaleci tam tersi, oyunu bozuyor. 11 futbolcudan 10’u aynı formayı giyer, kaleci ters bir forma giyiyor! 10 futbolcu hep ayakla oynuyor, topa elle dokunabilen sadece kaleci! Kaleci hep ters adamdır. Ona göre de kaleciye saygı göstermek lazım. Hem de desteklemek lazım. Kolay bir meslek değil. Her zaman söylerim; kendinizi ne kadar daha formda hissederseniz, arkanızdaki kale o kadar küçülür. Çünkü artık her yere daha rahat yetişiyorsunuzdur. O yüzden hiç zorlanmazsınız.
Lincoln: Çok büyük bir oyuncu, çok teknik bir oyuncu. Galatasaray’ın çok istediği, çok ümitlendiği bir futbolcu. Özellikle taraftar dört gözle bekliyordu. Ve Galatasaray’ın onu alması, hem Galatasaray hem de Lincoln için büyük bir fırsat. Biz Lincoln’ü iyi kullanırsak, Lincoln de her şeyini, yüreğini koyarsa çok büyük başarılar elde edebiliriz.
Mondragon: Çok iyi bir kaleciydi. İyi anlaşıyorduk sahada. Aramızda hiçbir zaman sorun olmadı. Çok büyük yaş farkımız vardı. 11 sene. Daha yeni başlayan biriydim ve yıllarını bu işe vermiş bir kaleciyle karşılaştım. O gitti, ben devam ettim. Öğrendiğim çok şey var. Çok büyük saygı duyuyorum. Bütün benden önce oynayan kalecilere çok büyük saygı duyarım.
Nezih Ali Boloğlu: Benim için çok önemli. Çünkü bir kaleci için senelerden beri çalıştığı hoca çok büyük avantajdır. Aynı düşüncede olduğumuz için çok daha rahat çalışıyoruz. Şimdi başka bir kaleci antrenörü geldiğinde belki zorluk çekebilirsiniz. Ama hep aynı sistemle çalışmamız çok büyük avantaj. Sahadaki beyaz çizgiyi geçince herkes dışarıya göre farklıdır. Nezihi Hoca da çok ciddi biri olur antrenmanda. Bu kadar iyi bir kaleci antrenörüyle çalışmak benim için bir şans. Başarımda en büyük pay sahiplerinden biri odur.
Orkun Usak: Çok iyi bir kaleci. Zaten bunu ispatladı. Türkiye’de çok takımda oynadı. Çok başarılıydı. Bana göre çok yetenekli bir kaleci.
Özgürlük: Benim için çok önemli. Serbestlik, rahatlık demek benim için. Kendi sorumluluğunu almak. Bir tek kendinize hesap veriyorsunuz. Bunlar önemli şeyler. Özgür olmak gibi yok...
Penaltı: Sonuçta penaltıda kalecinin kaybedecek az şeyi vardır. Ama çok şey kazanabilir. Aslında kalecinin penaltıda hiçbir şansı yoktur. Rakip oyuncu topu çok sert ve isabetli olarak bir köşeye atarsa, kalecinin yetişmesi çok çok çok zor. İmkansız bile olabilir. (Köşeye sert vurulan bir şutun kaleye ulaşma süresi 0.5 saniye. Kalecinin reaksiyon gösterip köşeye uzanma süresi ise 1.5 saniye). Kurtarırsa da çok büyük başarı. Bu bir rahatlık sağlamıyor tabii kaledeyken. Çünkü bir sorumluluk var. Her zaman hem kalecinin kendisinden hem de taraftarın - takım arkadaşlarının bir beklentisi var. Gerginlik hissetmem penaltıda ama kolay da değildir.
Shabani Nonda: Çok iyi bir forvet. Özellikle ilk devre geldiğinde çok iyi uyum sağladı. Çok iyi bir çıkış yakaladı. Tabii bu çıkıştan sonra herkes aynı istikrarla devam etmesini bekledi. Maalesef birkaç sakatlığı oldu. Ama ben inanıyorum ki bu sakatlıkları atlattıktan sonra yine çok büyük faydaları olacaktır.
Şampiyonluk: Galatasaray için çok önemli. Çünkü her sene şampiyonluğa oynayan bir takım Galatasaray. Zaten ‘bir aday’ değil, ‘en büyük aday’dır Galatasaray. İnşallah bu sene de oluruz, hedefimiz bu. Şampiyonluğu kutlamak bir futbolcu için en büyük mutluluk anıdır.
Tatil: Benim için çok önemli. 4-6 haftamı genelde yurt dışında geçiririm. Yurtdışında herhangi bir yere gider kafamı dinlerim. İspanya’ya, Seyşel Adaları’na, Dominik Cumhuriyeti’ne gittim. Çoğu ülkeleri gezdim. Benim için en önemlisi, hem vücut hem beyin olarak dinlenmek. Yeni sezona hazırlanmak. Tatilin son iki haftasında Almanya’da hem ailemle birlikte olurum hem de yeni sezon için özel antrenman yaparım...
Uğur Uçar: Geleceği çok iyi olan bir oyuncu olduğuna inanıyorum. Bu yaşta bu kadar maç çıkarması, bu kadar başarılı olması çok önemli. Diğer taraftan bir sakatlığı var. Çok üzücü olabilir belki ama bu dünyanın sonu değil. Çünkü bakarsanız, Avrupa’nın en büyük futbolcuları da kariyerlerinde her zaman büyük sakatlıklar yaşamışlardır. Bu dağın zirvesinden vadiye inmek gibi. Örneğin Zidane, bir ara dizinden sakatlık geçirdi. Oliver Kahn’ın aşil tendonu koptu, bir yıla yakın hiç oynamadı. Bunun örnekleri çok. Ama önemli olan bu aylarda şunu fark etmek: Bazen biz futbolcular nankörüz, her şey elimizdeyken anlamayız. Ama bunları bir anda kaybettiğiniz anda her şey çok değerli oluyor. Uğur da bu sakatlık döneminde elinde neler olduğunu anlarsa, o noktaya gelmekle kalmaz, o noktayı da aşabilir, çok daha yükseklere çıkabilir. Bir gün Avrupa’da çok büyük bir oyuncu olacağına kesinlikle inanıyorum.
Ümit Karan: Kendisine de söyledim, hiç ama hiç çözemediğim bir topçu. Normalde bir futbolcu, daha iyi olmak için antrenmanda çok çalışır, bir şeyler yapar. Ama Ümit’te bir yetenek var. Öyle bir yetenek ki bütün kuralları kıran bir isim Ümit Karan. Çünkü Ümit’in bir özelliği var: Tek vuruş. Bunu da zaten çalışamazsınız. Bir ara demiştim, daha fazla çalışsa daha mı iyi olur? Ama gerçekten Ümit’in yeteneği tek vuruştur ve bu çalışılacak bir şey değil. Bunu size vermişler ve fazla değiştiremezsiniz. Ya vardır ya yoktur. Bana göre tek vuruşta Türkiye’nin en yetenekli oyuncusu. Öyle goller atıyor ki o golleri hiç kimse atamaz. Tek vuruşta Avrupa seviyesinde, en başarılı golcülerden biri.
Vefa: Denizli maçında Galatasaraylı oyuncu olarak sevindim çünkü gol attık. Üç puanı alacağız diye seviniyordum ama diğer tarafta bir kaleci olarak bir meslektaşın (Süleymanou) hissettiğini ben de hissedebildiğim için, kendimi onun gibi düşünebildiğim için üzüldüm. Ama bu bana ve meslektaşlarıma özel değil. İnsani bir şey. O anda bir insan olarak da üzüldüm. Çünkü herkes hata yapar, ama o ana kadar o kadar başarılı oynayan bir oyuncu, maçın kahramanı olacak bir oyuncunun, işleri tersine çevirmesine çok üzüldüm. Maalesef orada gözüktü ki bizim meslek nankördür.
Yalnızlık: “Yalnızlık eşittir kaleci” bir yerde doğru, bir yerde yanlış. Çünkü her konuda terssiniz, oyunu bozmaya çalışıyorsunuz. Defans oyuncusu da kaleyi korur ama aynı zamanda atağa katılır, gol atmaya çalışır. Kalecinin böyle bir imkanı yok. Siz ayrısınız, farklısınız. Farklılık da bazen yalnızlık getirir. Antrenmanlarda da çoğunlukla kaleciler, takımdan ayrı çalışır. Meslekteki yalnızlığın özel hayata da yansıması olabilir. Çünkü kaleciler o kadar baskı altında oynadığı için çoğunlukla maçtan sonra stres yaşamamak ister, o yüzden yalnızlığı tercih eder. Ben aslında yalnız kalabilecek bir insan değilim. Ama bazen öyle oluyor.
Zemin: Zemin, bir kaleciyi her zaman bir oyuncuyu etkilediğinden daha fazla etkiler. Oyuncu orta sahada topu ıskalarsa, kontrol edemezse çok büyük zarar görmez. Son noktada duran bir kaleci ıskalarsa ya da top zeminden dolayı sekerse, bu büyük ihtimalle çok kötü bir andır! Telafisi yoktur çünkü. Herkes maçtan önce der ki “Bu zemin çok kötü”... Kaleci ise o sırada gider soyunma odasına, maçtan önce birkaç dakika oturur, iyice düşünür ve der ki: “ Bu zemin bu kadar kötü değil. Ben bunu düşünmeyeceğim. Tabii zeminin kötü olduğunu ben biliyorum ama kafama takmayacağım”. Ali Sami Yen’in zemini de ilk başlarda çok kötüydü, şimdi biraz düzeldi. Ama yine de çok zorluk çektiğimiz maçlar oldu burada. Maalesef Türkiye’de çoğu statta böyle bir sorunumuz var.
Florya Manzaralı Ankara Apartmanı
EMRE GÜNGÖR
Temeli Bakırköyspor’da attı. 11 yaşındaydı. Çok çalıştı, kumu da kendi taşıdı, tuğlaları da kendi dizdi. 17 yaşında gitti Başkent’e. Ankara’da 5 kat çıktı kariyer apartmanına. 5. kat, Florya manzaralıydı. Hayalini kurduğu manzaraya uzaktan bakmak yerine; o tablonun içinde olmayı tercih etti. Song’un Afrika Kupası’nda olduğu dönem için “Alışamamak gibi bir şansım yoktu” diyor Emre Güngör...
“Yıllardır sarı kırmızı formayı giyiyormuş, Emre hep o defansın göbeğindeymiş”i yaşattı tribünlere. Sahadaki performansı ayakta bir alkışı hak ediyor ama biz öncelikle saha dışındaki beyefendi kişiliğine, sıcakkanlı diyaloglarına, özgüvenine ve samimiyetine şapka çıkarttık. Galatasaray, iyi bir futbolcudan çok daha ötesini kazandı...
(Röportaj: Bülent Timurlenk | Galatasaray Dergisi, Mart 2008, Sayı: 65)
Futbolla tanıştığın günlerden başlayalım. Nerede, ne zaman başladın futbola?
Küçüklüğümden beri futbola bir hevesim vardı. Bakırköyspor’un seçmeleri olduğunu öğrendik. Oraya katıldım ve seçmeleri kazandım. Minik takımdan, A takıma kadar bütün takımlarda oynadım. A takımda bir sene oynadım, Bakırköyspor’da. Ardından Ankaragücü’ne transfer oldum.
İstanbul’da nerede oturuyordunuz?
Haznedar’da.
Galatasaray’ın altyapısına girme girişimin olmuş muydu?
Yine burada (Bakırköy) futbol okuluna gelmiştim. Benim zamanımda ağabeylerim küçük takımdan başlamanın daha iyi olacağını söylediler.
Bakırköy seçmelerine girdiğinde kaç yaşındaydın?
Ortaokula gidiyordum. 11 yaşındaydım. Küçüklüğümden beri futbolcu olmak istiyordum. Mahallede boş alanlarda hep futbol oynardık. Hep futbolu düşünürdüm. Seçmelere orta saha, forvet olarak girmiştim. Sonra fiziğimin iyi olduğunu gördüler. Hocalarım beni defansa aldılar. Kendi yaş grubum için fiziğim biraz daha iyiydi.
Türkiye’de fizikli, güçlü stoper eksiği var. Bu senin yaş grubunda altyapıya oyuncu alınırken dikkat edilen bir ayrıntı mı? Yoksa biraz daha topla haşır neşir kısa boylu çocuklar mı tercih ediliyor?
Genel olarak bakıyorlar. Uzun ya da kısa… Kim daha yetenekliyse, kim daha iyi topu kullanıyorsa ona göre seçiyorlar.
İstanbul’dan Anadolu’ya gitme kararı kolay verilecek bir karar değil. O kararı nasıl verdin? O dönemde Ankaragücü dışında başka teklifler de var mıydı?
O zaman bayağı bir teklif vardı. Gençlerbirliği de yanılmıyorsam teklifte bulunmuştu. Başka kulüpler de vardı. Bakırköyspor’un A takımında oynarken yaşım küçüktü, o yüzden takip ediliyordum. Kısmet Ankaragücü’ne oldu. 17 yaşındaydım Ankaragücü’ne transfer olduğumda. İlk gittiğimde Ankaragücü’ne bir buçuk sezon kaldım. Ardından Türk Telekom’a kiralık olarak transfer oldum. 2. Lig A Kategorisi’nde bir buçuk sezon oynadım. 4 sezondur da Ankaragücü’nde forma giyiyordum. Son iki sezonda da kaptanlık yaptım.
Türk Telekom’a gitmek seni üzdü mü? Sonuçta birinci ligden ikinci lige bir transferdi…
Yok, aslında ben kendi isteğimle transfer oldum Telekom’a. İlk 18’de yer buluyordum ama sahaya çıkamıyordum Ankaragücü’nde. Futbolcu her zaman oynamak ister. Orada oynayabilecektim. Türk Telekom’da 34 maçın 32’sinde forma giydim. Bu performansımın sonucunda Ümit Milli Takım’a seçildim. Ardından son 4 sezonda Ankaragücü’nde ilk 11’de devamlı forma giydim.
Milli takımlarda her yaş kategorisinde ter dökmüşsün...
C Genç, B Genç, A Genç Milli takımlarında da forma giydim. 22 kez de Ümit Milli oldum. Sadece A Milli olmadım.
Kaç teknik adamla çalıştın?
Çok fazla teknik adamla çalıştım. Mesela Hikmet Hoca (Karaman) ile iki kez çalıştık. İlk gittiğimde Ersun Yanal vardı. Ardından yabancı bir hoca ile çalıştım. Daha sonra Tevfik Lav, ardından da Rıza Çalımbay geldi. Onlarla fazla çalışma imkanım olmadı. Tekrar takıma döndüğümde Reha Kapsal vardı takımın başında. O gidince yerine Sakıp Özberk geldi. Üç maç beraberdik Sakıp Hoca ile. Sakıp Hoca gidince Yılmaz Vural ile çalışmaya başladık. Yılmaz Hoca’dan sonra da altyapıdan Adnan Hoca ile çalıştık. Bu sezonun başında ise Briegel vardı takımın başında. Daha sonra Hakan Kutlu geldi. Bir sezonda üç hoca değiştirdiğimiz oluyordu. Briegel’in bana çok faydası oldu, onu da söylemeliyim.
Bu kadar teknik adamla çalışmak futbolcunun kariyerine zarar veriyor mu?
Hocaların tarzları farklı farklı. İdmandan tutun da ısındırma şekline kadar birçok fark var. Ben Hikmet Karaman’ın çok fazla faydasını gördüm. Bana çok güvendi. Beni maçlarda serbest bıraktı. İdmanlarda özel ilgi gösterdi, yardımcı oldu. Ona da buradan teşekkür ediyorum.
Ankaragücü, Ankara’daki diğer takımlara bakıldığı zaman futbolcu açısından oynanması en zor kulüp. Taraftar baskısı var...
Fanatik bir taraftarı var Ankaragücü’nün. Kötü sonuç alındığı zaman taraftarın bir baskısı oluyor.
Ankara’da üç kulüp aynı stadı kullanıyor. İnanılmaz kötü bir zemin. Sence Ankara dört takımı kaldırabiliyor mu?
Bu işler maddi güce bakıyor. Maddi durumun iyi ise her şeyi kaldırırsın. Ama taraftar açısından bakarsak Ankara’da bir tek Ankaragücü taraftarı maçlara geliyor. Ben Ankaragücü’nde sadece iyi gidersek ya da büyük maçlarda stadın dolduğunu gördüm.
Peki 19 Mayıs Stadı’nın zemini hep kötü müydü? Sonuçta orası Başkent…
Başkent’in stadının ayrı bir güzelliği olması lazım. Ben senelerce 19 Mayıs Stadı’nda oynadım. Kışın özellikle o sahanın zemini hep buzdur. Futbol oynamak zorlaşıyor.
Sonuca etki ettiğini düşünüyor musun?
Oraya gelen her takım eşit şartlarda oynuyor. Bir avantaj ya da dezavantaj olmuyor. Buz üzerinde de olsa, bir noktadan sonra alışmak zorundasın.
Galatasaray transferinden önce Ankaragücü’nden ayrılmak gibi bir planın var mıydı? Kafanda kariyerini planlamış mıydın?
Ben uzun süre Ankaragücü’nde oynadım. Orada kaptanlık da yaptım. İnsanın hedefleri var sonuçta. Ben de o hedefler için kendimce bir karar almıştım. Ama hiçbir takımdan teklif almamıştım. Bu kararımı açıkladıktan sonra benimle ilgilenen birçok kulüp oldu. Profesyonel futbolda riskli bir karardı. Ben kendimden emindim. Arkadaşlarım da bana ‘önce bir takım olsun, ondan sonra böyle bir karar ver dediler’ ama ben bir takımın çıkacağını düşünüyordum. Nitekim de kamuoyuna yansıdıktan sonra beni arayan çok fazla kulüp oldu. Galatasaray’dan teklif geldi. Çok da mutlu oldum.
Bakırköy dönemlerinde de iyi bir Galatasaraylı olduğunu söyleniyor…
Sonuçta ben doğma büyüme İstanbullu’yum. Profesyonelim fakat küçüklüğümden beri Galatasaraylı’ydım. Bakırköy’de oynarken de tesislerimiz buraya yakındı. Geçerken hep bakıyordum. Ağabeyim, babam; tüm aile Galatasaraylı’dır.
Ankara’ya gittiğin zaman 17 yaşındaydın. Zor olmalı o yaşta aileden uzak olmak...
Ben de herkes gibi tesiste kaldım. Kiralık gittim; orada da tesiste kaldım. Daha sonra evlendim. 21 yaşındaydım. Evime geçtim. Düzeni kurunca aile yaşantımız başladı.
Ankaragücü’nde kaptanlığa çok genç yaşta ulaştın. Kim layık gördü sana kaptanlığı?
Ben Hakan Kutlu’dan sonra kaptan oldum. O altyapıdan başlayıp, futbolu bırakana kadar Ankaragücü’ndeydi. Çok iyi bir Ankaragücülü. O beni layık gördü. Takımda en eski bendim. Takıma giden gelen çok oldu, en eski ben kaldım.
Yaş olarak takımda arkadaşlarından ufak olmak sorun olmak sorun oldu mu kaptanlık yaparken?
Ben sıcakkanlı biriyim. Diyaloğum çok iyidir. Ama saha içinde uyarırım takım arkadaşlarımı. Ama hep iyi niyetle. Hiçbir sorun olmadı. Benden daha büyük, daha tecrübeli isimler de vardı. Ben de onlara en iyi şekilde yardımcı olmaya çalıştım.
Galatasaray’a geldiğin dönem Song’un Afrika Kupası’na gitmesi kariyerin açısından önemli bir şans. O takımda olsaydı bu kadar çabuk kendini ispatlama şansın olmayacaktı belki de. Transferi kabul etmende bunun bir payı var mı?
Yok, öyle bir şey yoktu. Ben kendime güveniyorum sonuçta. Allah sağlık verdiği sürece en iyisini yapıp forma için savaşacaktım. Bu da benim için şansım oldu.
İki çok iyi şarkıcı bile bir araya gelip konser verecek olsa önce prova yapar. Senin -antrenmanları saymazsak- hiçbir prova şansın olmadı Servet ile...
Alışamama gibi bir şansım yoktu. Song, kupa maçlarındaydı. Benim de takıma girmem, kendimi kabul ettirmem lazımdı. Uyum sağlamak da çok önemli. Mesela bir top gelir ikiniz birden çıkar, uyumsuz davranırsınız. Ama ben uyum sağladım.
Servet’le saha içi paylaşımda sen sağ stoper oynuyorsun. Beraber oynadığın ilk maçtan itibaren bir görev paylaşımı yaptınız mı?
Biz tabii maçtan önce ve saha içinde çok konuşuruz. İdman esnasında da diyalog sürer. Ben sağ, o solda oynuyor. O topa çıkarsa mutlaka arkasına kademesine girerim.
Sol ayağın nasıl?
Sağ ayağım kadar iyi olmasa da iyidir. Güvenirim sol ayağıma da.
Popescu’dan beri Galatasaray’da stoperlerin oyuna topu sokması tartışılır. Oynadığın maçlarda gördük ki yeri geldiğinde isabetli uzun toplar da atıyorsun...
Ben sağ ayağımla iyi pas atarım. Defanstan çıkarken oyunu iyi kurmak, görmek gerçekten çok önemli. Ben de elimden geldiğince iyi çıkmaya çalışıyorum. Bazen öyle pozisyonlar oluyor ki mecburen uzun çıkmak zorunda kalıyoruz. Pozisyon neyi gerektiriyorsa onu yapıyorum.
Kartvizitinde “stoper” yazıyor ama günümüz futbolunda birkaç mevki yazmak gerekiyor. Sen hangi mevkileri yazarsın kartvizitine?
Futbolcusun, her şeyi yapmak zorundasın ama benim en iyi bildiğim iş stoper oynamak. Orada her şeyi yaparım. 0 oynarım o bölgede. Ama diğer taraflar için yüzde 100 yaparım diyemem. Elimden geldiği kadar yapmaya çalışırım ama stoper kadar olumlu işler yapamam.
İlk yarıdaki Ankaragücü maçını düşünüyorum da, galiba Hakan Şükür’ü en çok zorlayan stoper sensin…
İnsanda Allah’ın verdiği bir yetenek var sonuçta. Tabii onu da geliştirmek bizim elimizde. Hikmet Hoca o konularda beni çok çalıştırdı. Sarkaç top çok çalıştırdı bana. Bir de oynanan maçlarda iyi konsantre olursanız ortaya iyi şeyler çıkıyor.
Galatasaray’a gelmeden önce Türkiye liginde seni hava toplarında en fazla zorlayan isimler kimler oldu?
Kim olursa olsun. 10 topa çıkayım rakibimle, 7-8 tanesine vururum. Ama Hakan (Şükür) ağabey tartışmasız Türkiye’nin en iyi kafa topuna çıkan futbolcusudur. Başka takımlarda da uzun futbolcular var. Ama ben pozisyonumu iyi aldığımda topa mutlaka vururum.
Euro 2008 var önümüzde. A Milli Takım’da hiç oynamadın. Yaş altı takımlarda tecrübesi olan bir isimsin. İlk kez de Avrupa kupalarında mücadele ediyorsun. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Hangi maç olursa olsun benim için fark etmiyor. Kendimi iyi hazırlayıp, maça iyi konsantre olmaya çalışıyorum. Oynadığım mevki hatayı affetmiyor çünkü. İster istemez milli takımda oynamış olmak da bir tecrübe katıyor.
Euro 2008 kadrosunda mutlaka yer almak istersin. Bu kupa, önümüzdeki üç ayda senin gibi kadroda yeri garanti olmayan futbolcular için ekstra bir motivasyon kaynağı di mi?
Milli takım çok önemli. Ben maça çıkarken öncelikle takımım için en iyisini yapmaya çalışıyorum. Galatasaray’da oynuyorum ve göz önündeyim. Televizyonlar veriyor burada maçları. İzleyen daha çok. Oynadıkça kendimi gösterme şansım daha çok, bunun farkındayım. Umarın bu fırsatı da iyi kullanır, milli takıma giderim.
Fenerbahçe derbisinde çok iyi oynadın. Harikulade demek lazım. Sen Ankaragücü’nde oynadığın Fenerbahçe maçlarından farklı bir ambiyans hissettin mi?
Tabii ki farklı bir ambiyans vardı. Ankaragücü ile gittiğimizde o kadar bir baskı ile karşılaşmadık. Galatasaray’la gidince durum farklı. Bir baskı var. Sonuçta maçı oynamalıyız diye düşündüm.
Sen Ankaragücü’nde kaptanlığa yükselmiş bir oyuncusun. Kadıköy’de defalarca maça çıktın ama maçtan önce sanki genç takımdan gelen, tecrübesiz Emre havası yaratıldı spor sayfalarında..
Benim Galatasaray’a gelme nedenim iyi bir futbolcu olmam. Futbolculuğuma güvenirim. Dediğiniz gibi düşünüldü farkındayım. Heyecanlanıp iyi oyun çıkaramayacağım yönünde değerlendirmeler yapıldı. Öyle bir sorunum olmadı. Tam tersi daha çok motive oldum.
Bu kadar iyi oynayıp gol atamadığımız bir maçta, onlar açısından maçın kırılma noktası senin çıkardığın top. O pozisyonu anlatmanı istesem…
Sanırım bir pas hatası yaptık. Sağdan bir orta geldi. Ben arkada Kezman’ı tutuyordum. Arkaya doğru kaçtım, top Kezman’a gelmesin diye. Mehmet de (Topal) Alex ile yan yanaydı. Daha sonra Alex de öne geçti. Birden Alex öne çıktı. Ben de vuracağını hissetim. Adamımı bırakıp öne çıktım, topun önüne kendimi attım. İyi oynuyorduk, eğer yesek çok yazık olacaktı.
Göz önündesin, medya önündesin… Buna alışık mısın?
Basın Ankara’da da vardı. Ama İstanbul basını kadar değildi. Ben çok dolaşan ve kameralara konuşmayı seven bir insan değilim.
Spor medyasını takip eder misin?
İnternetten takip ederim. İyi oynayınca bakıyorsun, neler yazılmış diye.
Oynadığın maçın 90 dakikasını seyreder misin?
Maç akşamları ben uyuyamam. Tekrarı olur maçın. Vaktim olursa mutlaka izlerim.
Futbolcuların büyük bir çoğunluğu antrenman ve maç dışında silerler futbolu hayatlarından. Sen eve gelince mesela Sevilla-Barcelona maçını mı, yoksa bir film mi izlersin?
O anki ruh halim önemli. O an canım film izlemek istiyorsa film, maç istiyorsa maç izlerim. Avrupa liglerini takip ederim. Özetlere bakarım, sonuçları merak ederim...
Avrupa’dan beğendiğin oyuncu veya takım var mı? Bunun dışında idolün var mıydı?
İdolüm yoktu. Benim amacım iyi futbolcu olmaktı. Şu böyle, ben de öyle olayım diye bir şey yok. Herkes Avrupa’da oynamak ister. Galatasaray da Avrupa’nın ünlü takımlarından. Ben burada kalıcı olmak istiyorum. Avrupa’da Real Madrid’i severim.
Türkiye’de hem spor, hem eğitim maalesef zor. Nasıl bir öğrenciydin?
Ben okula gitmeyi sevmezdim. Açıkça söyleyeyim. Futbolu seviyordum. Buradan çocuklara kötü örnek de olmayalım. Lise 2’ye gidiyordum, Ankaragücü’ne transfer oldum.
Kaç kardeşsiniz?
Üç kardeşiz. Ben en küçükleriyim. Ablam ve ağabeyim var. Ağabeyim de futbol oynamış bir dönem. Ama futbolcu olamamış. Şimdi tekstil şirketinde çalışıyor. Annem ve babam ise maçları kaçırmaz.
Çok erken evlenmişsin…
Bir anda oluyor her şey. Dört ay önce de baba oldum. İsmi Kadir Emre. Kadir gecesi doğdu. Kendi ismimi koymayı düşünüyordum. Kadir gecesi de doğunca Kadir Emre oldu. Ben biraz kilolu olduğu için “Tosun Paşa” diyorum. (e.n: Maşallah) Futbolcu evlendiğinde düzenli bir hayatı oluyor. Serbest olmuyorsun. Sorumlulukların oluyor ve işine daha çok bağlanıyorsun.
Futbolu kenara koyarsak özel hayatında keyiflerin nelerdir?
Yemek yemeyi, dolaşmayı ve sinemaya gitmeyi çok severim. İnternet merakım da vardır. Dünyada ne olmuş, her şeyi takip edebiliyorsun bir ekran karşısında...
Uzun kamp dönemleri futbolun zor tarafı mı?
Ben futbolun güzel yanı olarak görüyorum kampları.
Play Station oynar mısın?
Benim hevesim çabuk kaçar. Biraz oynar sonra sıkılır bırakırım.
Burcun…
Aslan burcuyum.
Fobin var mı?
Bazen uçaktan korkarım.
Araba…
Range Rover
En sevdiğin renk…
Sarı-kırmızı...
Dinlediğin müzik…
Slow ve pop müzik severim. Türkçe ya da yabancı fark etmez.
Film…
Macera filmlerini severim. Gladyatör’ü çok beğenmiştim.
Aktör, aktris…
Tom Cruise ve Jennifer Connelly
En sevdiğin yemek
Patates kızartması
En çok görmek istediğin şehir
New York
Maç önce bir uğurun var mı?
Dua ederim.
Galatasaray taraftarı için bir kelime…
Muhteşem
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 20 ziyaretçi (23 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|